Ocak, 2020

HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU 28. MADDESİ UYARINCA HUKUK DAVALARINDA GİZLİLİK KARARI HAKKINDA BİLGİ NOTU

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Özel Hayatın Gizliliği ve Korunması” üst başlıklı 20. Maddesi uyarınca herkesin, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olduğu; bu hakkın da kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi kapsadığı düzenlenerek, kişisel verilerin korunması anayasal güvence altına alınmıştır. Yine bu kapsamda 2016 yılında yürürlüğe giren 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nda kişisel verilerin korunması ve başkaları tarafından hukuka aykırı olarak ele geçirilmesinin önlenmesi için uygun güvenlik düzeyinin teminine yönelik her türlü teknik ve idari tedbirin alınması gerektiği öngörülmüştür. Bu doğrultuda ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından tanzim olunan sağlık raporları, kullanılan ilaç bilgisi ile sağlık kontrollerine ilişkin tüm tıbbi sürece dair belgeler/kayıtlar 6698 sayılı kanun kapsamında “özel nitelikli kişisel veri” hukuki niteliğini haizdir ve yukarıda yer verilen anayasal ve kanuni çerçeve kapsamında korunması gerekmektedir. Ayrıca kişisel verilerin doğrudan ilgili olduğu bir diğer hukuki müessese ise kişilik haklarıdır. TMK m.23 vd. hükümlerince kişilik haklarının korunması gerektiği de ayrıca düzenlenme altına alınmıştır.

Uygulamada sıklıkla başvurulan banka hesap kayıtlarının mahkemelerce celbi yukarıda yer verilen kişisel veri hukuki niteliğinin yanında “ticari sır” hukuki statüsünü haizdir. TCK m.239 ve TTK’nin çeşitli hükümleri kapsamında ticari sırların korunması öngörülmüş ticari sır niteliğindeki bilgi ve belgelerin üçüncü kişilere verilmemesi ve ifşa edilmemesi gerektiği cezai müeyyidelerle düzenleme altına alınmıştır.

Özel ve ticari hayatına dair özel nitelikli kişisel verilerin ve sırların tarafların kötü niyetli davranışları ile ifşa edilme olasılığının oldukça yüksek olması, kişisel verilerin ve sırların kamuya açıklanması durumunda ilgili tarafın özel hayatına orantısız müdahale ile şeref, onur ve haysiyetine zarar verici sonuçların ortaya çıkabilmektedir. Dolayısıyla anayasal haklarının ihlal edilmesine mahal verilmemesi adına mahkemelerden HMK m.28 uyarınca bakımından gizlilik kararı verilerek gizli yargılama işlemleri sırasında hazır bulunanların yargılamayla ilgili edindikleri bilgileri açıklamamaları hususunda uyarılmasına ve aksi halde Türk Ceza Kanununun gizliliğin ihlaline ilişkin hükmünün uygulanacağını ihtar edilmesine ve hususun tutanağa geçirilmesine karar verilmesi talep edilebilmektedir. Zira genel ahlâk, kamu düzeni, millî güvenlik, tarafların, tanıkların veya yargılamaya katılan bir kimsenin, hayatının, vücut bütünlüğü ile özgürlüğünün korunması, özel hayatın korunması, çocukların dinlenmesi ve sırların korunması, hukuken korunmaya değer bulunmakta ve bu hâllerde yargılama gizli yapılabilmektedir. (AY. m. 141; AİHS. M. 6)

Gizlilik kararı verilmemesi nedeniyle Anayasa Mahkemesi tarafından başvurucunun özel hayatının gizliliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. İlgili kararda Anayasa Mahkemesi;

“…

  1. Başvurucu, İzmir 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde özel hayata saygı hakkının ihlalini teşkil edebilecek fotoğraflar gibi bilgi ve belgeler hakkında gizlilik kararı verilmesi talep edilmiştir.
  2. İzmir 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2010/347 sayılı dosyasının 26/10/2010 tarihli tensip duruşmasında başvurucunun"gizlilik talebi ile ilgili karar verilmesine yer olmadığına" karar verilmiştir.
  3. Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında da belirtildiği üzere kişisel veri -belirli veya kimliği belirlenebilir olmak şartıyla- bir kişiye ilişkin bütün bilgileri ifade eder (AYM, E.2014/74, K.2014/201, 25/12/2014; E.2013/122, K.2014/74, 9/4/2014; E.2014/149, K.2014/151, 2/10/2014; E.2013/84, K.2014/183, 4/12/2014; E.2014/180, K.2015/30, 19/3/2015). Kişilerin sağlık durumlarına dair bilgiler de kişisel veri niteliğindedir (T.A.A.,B. No: 2014/19081, 1/2/2017, § 103).
  4. Anayasa'nın 20. maddesi esas itibarıyla bireyi kamu makamlarının keyfî müdahalesine karşı korumakla birlikte devletin sadece böyle bir müdahalede bulunmaktan kaçınması şeklindeki negatif yükümlülüğün yanı sıra özel hayata ve aile hayatına etkili bir şekilde saygı gösterilmesi bakımından pozitif yükümlülükleri de kapsamına almaktadır. Bu yükümlülükler, bireylerin kendi aralarındaki ilişkiler alanında olsa dahi özel hayata saygıyı sağlamayı hedefleyen tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 32; Marcus Frank Cerny [GK], B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 36).
  5. Başvuru konusu olayda olduğu gibi kişiler arasındaki özel hukuk ilişkilerinde kamusal makamların yükümlülükleri, bireylerin temel hak ve özgürlüklerine üçüncü kişilerin müdahalesinin önlenmesi için gerekli önlemlerin alınması ve mahkemelerce korunma sağlanmasıdır. Kamusal makamlarca gerekli yapısal önlemler alınmış olunsa da uyuşmazlık konusu davayı yürüten mahkemelerce verilen kararlarda üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı bireylere korunma imkânı sağlanmadığı durumlarda bu yükümlülükler gereği gibi yerine getirilmemiş olacaktır. Bu, kamusal makam olan mahkemeler aracılığıyla bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunmasız bırakıldığı anlamına gelecektir (Ömür Kara ve Onursal Özbek,B. No: 2013/4825 , 24/3/2016, § 49).
  6. Medeni usul yargılamasında aleniyet, duruşmaların ve esas hakkındaki kararın bildirilmesinin herkese açık olarak yürütülmesini ifade etmektedir. Yargılamaların aleni yapılması ilkesi adil yargılanma hakkı kapsamında korunmaktadır. Yargılamanın aleniliği ilkesinin amacı, adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfîliği önlemektir. Bu yönüyle anılan ilke, hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birini oluşturur (Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32).
  7. Bununla birlikte somut olayda olduğu gibi özel hayatın gizliliği hakkı bağlamında özellikle hassasiyet arz eden kişisel verilerin korunmasının gözetilmesi gereken durumlarda yargı makamlarının gerekli tedbirleri alması ödevi bulunmaktadır. Bu doğrultuda derece mahkemelerince yargılamanın aleni yürütülmesinde var olan kamusal menfaat ile başvurucunun mahremiyetinin korunması menfaati arasında adil bir denge kurulmalı ve ulaşılan sonuç hakkında hüküm kurulurken ilgili ve yeterli gerekçeler sunulmalıdır.
  8. Somut olayda başvurucu; İzmir 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/347 esasına kayıtlı dava dosyasına göğüs bölgesini gösteren, ameliyat öncesi ve sonrası fotoğraflarını sunmuştur. Bu fotoğraflarda başvurucunun yüzü görünmemektedir ancak dava dosyasında başvurucunun kimliğini ortaya koyan bilgilerin mevcut olduğu dikkate alındığında söz konusu fotoğrafların -kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin veri- kişisel veri niteliğinde olduğuna kuşku yoktur.
  9. Olayda; kadın olan başvurucunun vücudunun göğüs bölgesine ilişkin fotoğraflarını ve sağlık bilgilerini içeren dava dosyasının gizli kalmasını istemesi, yargılamanın kamuya ve dolayısıyla üçüncü kişilere açık olarak görülmesinden ve mahrem bilgilerinin ifşa edilmesinden kaygı duyması özel hayatın gizliliği hakkına ilişkin makul ve savunulabilir nitelikte bir taleptir.
  10. Bunun yanı sıra başvurucunun talebi yaklaşık yedi sene önce 26/10/2010 tarihinde yapılan tensip duruşmasında karara bağlanmış, gerekçesi açıklanmadan kabul edilmemiştir ve dava derdesttir. Dolayısıyla başvurucu çok uzun bir süre mahrem fotoğraflarının üçüncü kişilerce görülebileceği tehlikesine maruz bırakılmıştır. Bu bakımdan başvurucunun mahrem fotoğraflarına erişimin kısıtlaması hakkında özel hayatına ilişkin korunmaya değer önemli bir menfaatinin bulunduğu tartışmasızdır.

…”

(T.C. Anayasa Mahkemesi - Bireysel Başvuru Kararları - Birinci Bölüm Esas No.: 2014/14189 Karar tarihi: 25.10.2017)

Hususlarını vurgulayarak özel hayatın gizliliği ile ilgili korunmaya değer bir menfaat olması durumunda gizlilik kararı verilmesi yönünde karar vermiştir. Bu nedenle yasal şartların oluşması halinde hukuk davalarına konu evrak, ifade ve kayıtlar için gizlilik kararı verilmesi talep edilebilmektedir.

Saygılarımla,

Av. Melik TELLİ

*Söz konusu yazı kısa bilgilendirme amacıyla yazılmıştır ve her hakkı saklıdır. Her hukuki konu kendi somut unsurlarıyla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.

Mayıs, 2019

TCK m. 184 İMAR KİRLİLİĞİNE NEDEN OLMA SUÇUNDA BİNA KAVRAMININ DEĞERLENDİRİLMESİ

İmar kirliliğine neden olmak suçunun unsurlarının oluşması için İmar Kanunu’nun 5. Maddesi uyarınca yapının bina niteliğinde olması gerekmektedir. TCK 184. Maddenin 1. Fıkrası incelendiğinde yalnızca binadan söz edilmiş ve yapı kavramına yer verilmemiştir. Bu nedenle kanun kapsamı, yerleşik Yargıtay içtihatları ve doktrin görüşü uyarınca ruhsatsız olarak yapılan balkon, bahçe, istinat duvarı, iskele, köprü ve tünel gibi yapılar ilgili suç kapsamına dâhil değildir. TCK 184’de belirtilen bina kavramı İmar Kanunu 5. Maddesine göre belirlenmektedir. İmar Kanunu 5. Maddesine göre bina; Kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma, eğlenme veya dinlenmelerine veya ibadet etmelerine yarayan, hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılar” şeklinde tanımlanmıştır.

Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 06.11.2018 tarih, 2017/18- 869 E. ve 2018/504 K. Numaralı kararında;

‘’…5237 Sayılı TCK'nın "İmar kirliliğine neden olma" başlıklı 184. maddesi;

"1 ) Yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

2- ) Yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.

3- ) Yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade eden kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

4- ) Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır.

5- ) Kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkum olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar.

6- ) İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, 12 Ekim 2004 tarihinden önce yapılmış yapılarla ilgili olarak uygulanmaz" şeklinde düzenlenmiştir.

Madde gerekçesinde de;

“Madde metninde imar mevzuatında belirlenen usul ve koşullara aykırı olarak inşa faaliyetinde bulunmak, suç olarak kabul edilmiştir. Birinci fıkradaki suç, yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapmak veya yaptırmakla oluşur.

Maddede belirtilen “bina” kavramından ne anlaşılması gerektiğine ilişkin herhangi bir açıklamaya yer verilmemiş olup, bu kavram İmar Kanunu'nun 5. maddesine göre belirlenmektedir. Anılan düzenlemede bina, “Kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma, eğlenme veya dinlenmelerine veya ibadet etmelerine yarayan, hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılar” şeklinde tanımlanmıştır.

TCK'nın 184. maddesinin birinci fıkrasında yalnızca binadan söz edilmiş olup “yapı” kavramına yer verilmemiştir. Bu nedenle, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yapılan bahçe, istinat duvarı, yüzme havuzu, iskele, köprü, tünel, rıhtım, yol ve benzeri yapılar suç kapsamına dâhil değildir ( Abdulbaki Giyik, İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu, TBB Dergisi, 2018, S. 134, s. 77 ).

Mevcut bir bina üzerinde ve binanın kapsamı dahilinde olmak koşuluyla, İmar Kanunu'nun 21. maddesinin 3. fıkrası uyarınca “Derz, iç ve dış sıva, boya, badana, oluk, dere, doğrama, döşeme ve tavan kaplamaları, elektrik ve sıhhi tesisat tamirleri ile çatı onarımı ve kiremit aktarılması ve yönetmeliğe uygun olarak mahallin hususiyetine göre belediyelerce hazırlanacak imar yönetmeliklerinde belirtilecek taşıyıcı unsuru etkilemeyen diğer tadilatlar ve tamiratlar” ruhsata tabi olmadığından, yapılan değişikliğin bu kapsamda kalması hâlinde suç oluşmayacaktır.

Ancak, yasal düzenlemede sayılan hususlar dışında yapılan değişikliklerin mutlaka imar kirliliğine neden olma suçunu oluşturacağı sonucuna ulaşılmamalıdır. İmar Kanunu'nun 21. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen sınırlamalar dışında kalan değişiklikler bakımından imar kirliliğine neden olma suçunun oluşabilmesi için;

Söz konusu değişikliklerin ya İmar Kanunu'nun 5. maddesi anlamında bina olarak nitelendirilmesi ya da yapılan esaslı tadilatların binanın taşıyıcı unsurunu etkilemesi gerekmektedir.’’

Aynı yönde yine Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 06.11.2018 tarih, 2015/4-176 E. ve 2018/503 K. Numaralı kararında;

“Onaylı projeye aykırı yapılan binanın, mevcut taban yüzölçümüne ( örneğin 100 m2 inşaatın ruhsatı yerine daha fazla 120 metre kare inşaat yapılması ya da mevcut 100 m2 inşaatın yanına ilave inşaat ve eklentiler yapılarak yeni kullanılabilecek ölçüde bir alanlar elde edilmesi ) uygun olarak yapılmaması ve proje dışında yapılan ilave inşaatlarda ek kullanım alanının kazanılması durumunda TCK'nın 184/1. maddesinde yazılı suçun işlendiği kabul edilmelidir. Bina tanımı bir bütün olarak ele alınmalıdır. Binanın bir bölümünde yapılacak tadilat ve onarım niteliğindeki yapıların 3194 Sayılı İmar Kanunu'nun 5. maddesi kapsamında kabul edilememelidir.

Onaylı projeye aykırı olarak evin iki odasının birleştirilmesi, iki dükkânın birleştirilerek tek dükkan yapılması, balkonların cam ya da PVC doğramayla bina içine ya da odaya katılması şeklindeki tadilatlar TCK'nın 184/1. maddesinde yazılı suçu oluşturmamalıdır.

5237 Sayılı TCK'nın 'İmar kirliliğine neden olma' başlıklı 184 maddesi;

' ( 1 ) Yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Bina; kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma,eğlenme veya dinlenmelerine veya ibadet etmelerine yarıyan, hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılardır'.5237 Sayılı TCK'nın 184/1. maddesiyle korunan hukuki yarar, kaçak yapılaşmanın önüne geçilmesi, yapılaşmanın yarattığı görüntü kirliliğini engellenmesi, çevre duyarlılığı ve bilinciyle hareket edilmesi sonucunda çevrenin korunması amaçlanmaktadır.

Söz konusu eylemler sonucunda binanın bir bölümünün projeye aykırı şekilde inşa edilmesinin yapı niteliğinde olduğu kabul edilmelidir. Eylemin, 3194 Sayılı Kanun'un 32. maddesi kapsamında esaslı onarım niteliğinde olduğu, ruhsata tabi bulunduğu ve kanuna aykırı hareket edildiğinden suça konu yapının, idari makamlarca yıkımına karar verilmesi gerekmektedir. Ayrıca 3194 Sayılı Kanun'un 42. maddesindeki idari yaptırım uygulanmalıdır. Söz konusu onaylı projeye aykırı nitelikte olan ve tadilat ve onarımları kapsayan ruhsatsız yapının TCK'nın 184/1. maddesinde yazılı bina niteliğinde olmadığı kabul edilmelidir.”

Aynı yönde Yargıtay 18. Ceza Dairesi’nin 26.10.2015 tarih, 2015/32893 E. ve 2015/11150 K. Numaralı kararında;

5237 sayılı TCK'nın 184/1. maddesinde "yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran" kişilerin cezalandırılması öngörülmüş olup, İmar Kanununun 5. maddesinde de bina kavramının tarifi "Bina; kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma eğlenme veya dinlenmelerine veya ibadet etmelerine yarayan, hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılardır." şeklinde açıklanmıştır.

iddianamede ruhsata aykırı olarak inşa edilen yapının istinat duvarı olduğunun belirtildiği, istinat duvarı yapılmasının bina niteliğinde olmaması dolayısıyla bu suçu oluşturmayacağı, bu itibarla suçun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, sanık O. hakkında mahkumiyet hükmü kurulması, ebliğnameye aykırı olarak HÜKÜMLERİN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 26.10.2015 tarihinde oy birliği ile karar verildi.”

Görüldüğü üzere; projeye aykırı bir şekilde bir takım imalatlar yapılması bina niteliği taşımaması halinde esaslı onarım niteliğindedir. Her ne kadar ruhsata tabi olsa da neticesi idari yaptırımdır. Suçun yasal unsurlarının oluşması için bir yapının TCK 184/1 maddesinde yazılı bina niteliğinde olması gerekmektedir. Yukarıda arz edilen gerekçelerde de görüldüğü üzere bina niteliği taşımayan imar mevzuatına aykırı yerler bakımından imar kirliliğine neden olma suçunun uygulanması mümkün olmamaktadır.

Saygılarımla,

Av. Melik TELLİ

*Söz konusu yazı kısa bilgilendirme amacıyla yazılmıştır ve her hakkı saklıdır. Her hukuki konu kendi somut unsurlarıyla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.

Kasım, 2019

6100 SAYILI HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU MADDE 303/1 UYARINCA KESİN HÜKMÜN ŞARTLARININ YARGITAY UYGULAMASI HAKKINDA

BİLGİ NOTU

Bilindiği üzere kesin hüküm HMK m.114/1-i’de dava şartı olarak düzenlenmiştir. Dava şartlarının mevcut olup olmadığı hâkim tarafından davanın her aşamasında re’sen araştırılabilmektedir. Bu itibarla HMK m. 303/1 uyarınca;

“Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.”

Düzenleme mevuttur. Bu düzenlemenin uygulaması hakkında güncel Yargıtay kararları bilgi notu olarak sunulmuştur. Şöyle ki;

Yargıtay 16. Hukuk Dairesi’nin 17.09.2019 tarih, 2016/16241 E. ve 2019/5269 K. Numaralı kararında;

“SONUÇ : Mahkemece, çekişmeli taşınmazların hükmen tesciline esas alınan Tarsus Kadastro Mahkemesi'nin 1955/462 Esas, 1997/146 Karar ile 1999/169 Esas, 1999/190 Karar sayılı ilamları gerekçe gösterilerek kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmiş ise de; verilen karar dosya kapsamına, usul ve yasaya uygun düşmemektedir. 6100 Sayılı HMK'nın 303/1. maddesi gereğince “Bir davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.” Mahkemenin kesin hüküm saydığı Tarsus Kadastro Mahkemesi'nin 1955/462 Esas, 1997/146 Karar sayılı dosyasının incelenmesinde; çekişmeli 150 parsel sayılı taşınmaz hakkında davacı Hazine tarafından, taşınmazın tespit maliki H. Karamehmet (eldeki dosyanın taraflarının müşterek murisi) aleyhine kayıt miktar fazlasının Hazine adına tescili istemine dayalı olarak dava açıldığı, yargılama sonunda Hazinenin davasının reddine ve çekişmeli 150 parsel sayılı taşınmazın 1/3'er hisse ile eldeki dosya davalıları ..., ... ve ... adına tesciline karar verildiği ve verilen kararın, temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesi'nin onaması ile kesinleştiği; Tarsus Kadastro Mahkemesi'nin 1999/169-190 Esas-Karar sayılı dosyasında ise çekişmeli 154 parsel sayılı taşınmaz hakkında davacı ... tarafından tespit maliki Hazine aleyhine tapu kaydı ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayalı olarak dava açıldığı, yargılama sonunda davanın kabulüne ve 154 parsel sayılı taşınmazın 1/3'er hisse ile eldeki dosya davalıları ..., ... ve ... adına tesciline dair verilen kararın Yargıtay 7. Hukuk Dairesi'nin onaması ile kesinleştiği anlaşılmaktadır. Açıklanan dosya kapsamı itibariyle her iki davada dava konusu edilen taşınmazlar aynı olmakla birlikte, eldeki dosyanın tarafları sözü edilen dava dosyalarında karşı karşıya gelmemişler, başka bir anlatımla aynı tarafta yer almışlardır. Bundan ayrı, eldeki dosyada davacılar Kadastro Mahkemesindeki 1955/462 ve 1999/169 Esas sayılı dava dosyalarında vekalet görevinin kötüye kullanıldığı ve müşterek muris H. Karamehmet'in davalılar lehine 1964 tarihinde düzenlediği hibe senedinin geçersiz olduğu iddiasına dayanarak tespitten sonraki hukuki nedene dayalı tapu iptali ve tescil isteminde bulunduklarına göre dayanılan hukuki sebebin de farklı olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda kesin hükmün varlığından söz edilemez. Hal böyle olunca, mahkemece; tespitten sonraki nedene dayalı dava yönünden işin esasına girilip toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz olup davanın niteliğine göre olayda 3402 Sayılı Kanun'un 12/3. maddesinin uygulama yeri de bulunmadığına göre davalılar vekilinin buna ilişkin temyiz itirazı yerinde değilse de, davacılar vekilinin temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde bulunduğundan kabulüyle hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan temyiz karar harcının talep halinde temyiz edenlere iadesine, yasal koşullar gerçekleştiğinde kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17.09.2019 gününde oybirliği ile karar verildi.”

Aynı yönde Yargıtay 16. Hukuk Dairesi’nin 24.04.2018 tarih, 2015/20001 E. ve 2018/2856 K. Numaralı kararında;

“Dolayısıyla her iki davanın tarafları ve sebebi aynı olmakla birlikte, konularının farklı olduğu, bir diğer ifade ile önceki tarihli davanın davacı ...'nin babasından doğrudan kendisine intikal edecek paya dair olduğu, eldeki davanın ise davacının babası ...'den eşi olan ...'ye ondan da davacıya intikal edecek paya dair olduğu kuşkusuzdur. Hal böyle olunca; mahkemece; işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz olup, temyiz itirazları bu sebeplerle yerinde bulunduğundan kabulüyle 107 ada 4, 115 ada 27, 124 ada 13, 125 ada 11, 126 ada 13 ve 127 ada 10 parsel sayılı taşınmazlara yönelik hükmün BOZULMASINA, 24.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

Aynı yönde Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nin 12.06.2017 tarih, 2016/60 E. ve 2017/1775 K. Numaralı kararında;

“Dosya incelendiğinde, Kadıköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 1999/905 E. ve 2000/332 K. Sayılı dosyasına birleşen davalarda davacı kooperatifin 20.07.1991 tarihli genel kurulunun 11. Maddesinin mutlak butlanla malul olduğunun tespitine ilişkin kesinleşen kararın, ilgili davada taraf olmayan asıl ve birleşen davada davalı vakfa karşı ileri sürülemeyeceği ve hakkında kesin hüküm oluşturmayacağı,”

Görüldüğü üzere tarafı, konusu ve netice-i talebi farklı olan hatta tarafı ve sebebi aynı olsa dahi konusu farklı olan ve konusu aynı olsa dahi tüm tarafları karşı karşıya gelmemiş olan davalarda kesin hükümden söz etmek söz konusu olmayacaktır.

Saygılarımla,

Av. Melik TELLİ

*Söz konusu yazı kısa bilgilendirme amacıyla yazılmıştır ve her hakkı saklıdır. Her hukuki konu kendi somut unsurlarıyla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.

Nisan, 2020

KORONAVİRÜS (COVİD-19) TEDBİRLERİNİN KİRA SÖZLEŞMELERİNE ETKİSİ HAKKINDA BİLGİ NOTU

Bilindiği üzere, Covid-19 (Corona) virüsü olarak bilinen solunum yolu bulaşıcı hastalığı ile ilgili olarak 2.03.2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından Pandemi (Salgın Hastalık) ilan edilmiş ve küresek risk seviyesi “yüksekten”, “çok yüksek” seviyesine çıkarılmış, ayrıca “Uluslararası Kamu Sağlığı Acil Durumu” ilan edilmiştir. Ülkemizde hastalığın tespit edildiği 10.03.2020 tarihinden bugüne vaka sayısı artmaya devam etmekte olup, ilgili resmi ve özel kurumlar tarafından sokağa çıkma yasağı da dâhil olmak üzere olağanüstü tedbirler uygulanmaya devam etmektedir. Bu doğrultuda da, T.C Sağlık Bakanlığı bünyesinde oluşturulan “Yüksek Bilim Kurulunun” ve Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından kararname ve genelgeler marifetiyle hastalığın yayılmaması için açıklanan önlemlerin bir kısmı; zorunlu olmadıkça toplu alanlarda bulunulmaması, çalışma hayatının uzaktan çalışma modeline dönmesi, tüm kamu/özel toplantı ve davetlerin iptal edilmesi, umuma açık eğlence ve istirahat yerlerin kapanması, iki kişinin dahi yan yana gelmemesi, hafta sonları sokağa çıkma yasağı uygulanması ve evlerden çıkılmaması şeklindedir.

Diğer yandan, Alışveriş Merkezleri ve Yatırımcıları Derneği (AYD) yönetimi, Sayın Cumhurbaşkanımızın alınacak önlemleri açıkladığı konuşmasında yer alan “evinizden çıkmayın” tavsiyesi uyarınca, halk sağlığı için toplum ve perakendecinin de taleplerini dikkate alarak AVM’lerin kapatılmasına yönelik bir tavsiye kararı almış, kiracılara da gerekli kolaylıkların sağlanacağını kamuoyu ile paylaşmıştır.

İlaveten, Türkiye Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Federasyonu (TAMPF) yönetimi de almış olduğu kararda, COVID-19 virüsünün hızlı bir biçimde yok olması adına diğer ülke örneklerindeki gibi can kayıplarına yol açmadan ivedi ve kalıcı çözüm için ülke genelinde açık kalması zorunlu olan sağlık, lojistik hizmetleri ile gıda ve temel ihtiyaç ürünleri satış noktaları dışındaki tüm ticari alanların, alışveriş merkezleri, yeme içme işletmelerinin kapatılması kararının ivedilikle alınmasını desteklediklerini ve beklediklerini vurgulamış, bünyelerinde yer alan alışveriş ve yaşam merkezlerinin de, perakendecilerin kapalı kaldığı dönem boyunca kapanan işletmelere kira faturası düzenlenmemesi ve kira alınmaması yoluyla destek olacaklarını ilettiklerini belirtmiştir

Bu itibarla hem alışveriş merkezlerinde veya çarşılarda yer alan işyerleri hem de müstakil işyerleri bakımından kira sözleşmelerin de uygulama alanı bulabilecek TBK m. 136 ifa imkânsızlığı ve TBK m.138. uyarınca aşırı ifa güçlüğü müesseslerinin tartışılması gerekmektedir.

1. Covid-19 mücbir sebep oluşturur mu?

Öncelikle Yargıtay içtihatları uyarınca mücbir sebep tanımı üzerinde durulacaktır.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 15.12.2014 tarih, 2014/13893 E. ve 2014/19777 K. Numaralı kararında;

“Mücbir sebep bir sorumluluğun yerine getirilmesini veya bir hakkın veya hukuksal imkânın veya kanuni bir avantajın kullanılmasını veya talep edilmesini, kısmen veya tamamen, geçici veya daimi surette engelleyen, bu niteliği dolayısıyla sorumluluğu kaldıran veya yerine getirilmesini, süresini ve vadesini geciktiren veya sorumluluğun niteliğini değiştiren, bir hakkın veya hukuksal imkânın veya kanuni bir avantajın kullanılmasına ilişkin sürelerin yeniden tanınmasını, sürelerin uzatılmasını veya eski hale iade edilmesini gerekli ve zorunlu kılan, kişinin önceden beklemediği, öngöremeyeceği ve tahmin edemeyeceği, beklese ve tahmin etse bile, kişilerin alabilecekleri her türlü tedbirlere rağmen meydana gelmesini engelleyemeyeceği, kişilerin tedbir alma ve ihmalde bulunmama yükümlülüklerini aşan nitelikte ve ağırlıkta olan, dıştan gelen, olağan üstü, olağan dışı ve mutad ve devamlı olanın dışında gerçekleşen nitelikte bir olay, olgu veya durumdur”

Aynı yönde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 27.06.2018 tarih, 2017/11-90 E. ve 2018/1259

  1. Numaralı kararında;

“Bu noktada “mücbir sebep” kavramı üzerinde kısaca durulmasında fayda vardır.

Mücbir sebep, sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya borcun ihlâline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır ( Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2017, s. 582 ). Deprem, sel, yangın, salgın hastalık gibi doğal afetler mücbir sebep sayılır.

Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı gibi mücbir sebebin bir takım unsurları vardır. Öncelikle mücbir sebep, zorlayıcı bir olaydır. Bu olay doğal, sosyal veya hukuki bir olay

olabileceği gibi insana bağlı beşeri bir olay da olabilir. Bu olay, zarar verenin faaliyet ve işletmesi dışında kalan bir olay olmalıdır. Mücbir sebep sebebiyle zarar veren, bir davranış normunu veya sözleşmeden doğan bir borcu ihlal etmiş olmalıdır. Yine mücbir sebep, davranış normunun ihlali ya da borca aykırılığın sebebi olmalı ve kaçınılmaz bir şekilde buna yol açmış olmalıdır. Kaçınılmazlık kavramı, mücbir sebep yönünden karşı konulmazlık ve önlenemezlik kavramını da kapsar. Mücbir sebebin bir diğer unsuru ise öngörülmezliktir.”

Görüldüğü üzere salgın hastalık hususu Yargıtay içtihatları uyarınca mücbir sebep olarak nitelendirilmektedir. Söz konusu halin öngörülemez, önlemez ve karşı konulamaz olan bir salgın hastalık olarak değerlendirilmesi gerektiğinden, idarece alınan kararlar münasebetiyle sözleşmesel edimlerin yerine getirilmesi sözleşmenin başlangıcında yer almayan ve kusurun bulunmadığı bir halden dolayı mümkün olmamaktadır. Bu noktada ülkemizde yaşanan salgın hastalık hadisesinin ilgili Yargıtay kararları da dikkate alınarak mücbir sebep olarak değerlendirilecektir.

2. Mücbir Sebep Halinin Kira Sözleşmelerine Etkisi

Genelge ve/veya toplu işyerleri yönetimlerinin kapatma kararı almak suretiyle kapanan işyerlerini ayrı, kapatma kararı almayan veya müstakil işyerlerini ayrı olmak üzere değerlendirme yapacağız. Öncelikle konut kiraları bakımından pandeminin ifa imkânsızlığı veya aşırı ifa güçlüğüne yol açmayacağını görülmektedir. Konut bakımından kiraya verenin kiralananı elverişli durumda bulundurduğu ve kiracının da yaşamını idame etmek için konutu kullanmak durumunda olduğu aşikârdır. Bu nedenle yukarıda arz edilen ayrım çerçevesinde yalnızca işyerleri bakımından değerlendirme yapılacaktır.

2.1. Genelge İle Kapatılan veya Toplu İşyerlerinde Yönetim Kararı ile Kapatılan İşyerleri Bakımından Değerlendirme

İçişleri Bakanlığı tarafından bütün İl Valiliklerine gönderilen genelge ile 16.03.2020 günü saat

24.00 itibariyle ile Umuma Açık İstirahat ve Eğlence Yerleri olarak faaliyet yürüten ve insanların çok yakın bir mesafede bir arada bulunarak hastalığın bulaşma riskini arttırabileceği; tiyatro, sinema, gösteri merkezi, konser salonu, nişan/düğün salonu, çalgılı/müzikli lokanta/kafe, gazino, birahane, taverna, kahvehane, kıraathane, kafeterya, kır bahçesi, nargile salonu, nargile kafe, internet salonu, internet kafe, her türlü oyun salonları [atari, playstation vb.], her türlü kapalı çocuk oyun alanları [AVM ve lokanta içindekiler dahil], çay bahçesi,

dernek lokalleri, lunapark, yüzme havuzu, hamam, sauna, kaplıca, masaj salonu, SPA ve spor merkezlerinin faaliyetleri geçici bir süreliğine durdurulmuştur. Yine benzer şekilde toplu işyerlerinde yönetim kararıyla geçici süreli kapatma kararı alınan yerler mevcuttur. TBK m.301’de düzenlenen “kiralananı sözleşmede belirlenen süre boyunca amaçlanan kullanıma elverişli bulundurma” yükümlülüğüdür. Bu durumda kiraya veren kiralananı kullanıma elverişli bulundurma yükümlülüğünü geçici olarak dahi olsa yerine getiremez duruma düşmektedir. Mevcut durumda kiraya veren borcunu ifa etmek istese de bunu yapamayacak halde bulunmaktadır. Söz konusu genelge ile kapatılan veya toplu işyerlerinde yönetim kararı ile kapatılan yerlerde geçici kusursuz ifa imkânsızlığı hali söz konusudur.

TBK m.136 hükmüne göre;

Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmündışındadır.

Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür.

Genelge ile kiraya verenin “kiralananın kiracının kullanımına uygun bir şekilde bulundurma yükümlülüğünün” imkânsızlaştığını görülmektedir. Kiracı da kira bedeli ve kira sözleşmesine konu edimleri yerine getirme borcu geçici bir süreliğine ortadan kalmaktadır. Yargıtay’ın bu noktada yukarıda arz ettiğimiz geçici kusursuz ifa imkânsızlığı halindeki uygulaması ifa tarihinin ifa imkânsızlığı ortadan kalktığı tarihe kadar ertelenmesidir. Bir başka deyişle genelge ile kapatılan veya toplu işyerlerinde yönetim kararı ile kapatılan yerlerde ifa imkânsızlığı ortadan kalktığı tarihe kadar kira bedeli ve sair ödemeler ertelenmelidir.

2.2. Müstakil İşyerleri ve Kapatılmayan AVM veya Çarşılardaki İşyerleri Bakımında Değerlendirme

Ortada bir imkânsızlığın olmadığı ve kiracının kira bedelini ödemeye devam etmek zorunda kaldığı müstakil işyerleri veya kapatılmayan AVM ve çarşılarda yer alan işyerlerindeki kiracılar için TBK m.138’e dayanarak uyarlama talep edebilecektir. Bu hükme göre,

“Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya

ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.”

Görüldüğü üzere sözleşmenin yapıldığı esnada öngörülemeyen olağanüstü durumlarda ve sözleşmesinin ifasını kendinden beklenemeyecek şekilde halin ağırlaşması durumunda sözleşmenin uyarlanması talep edilebilecektir. Söz konusu salgın hastalık nedeniyle imkânsızlığın söz konusu olmadığı hallerde TBK m.138 uyarınca uyarlama başvurusu yapılabilecektir. Konu hakkındaki Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 05.11.2014 tarih 2014/8505

  1. 2014/11919 K. Sayılı Kararı’nda özetle;

“Yargıtay tarafından benimsenen ve sözleşmeye bağlılık ilkesinin istinasını oluşturan, uyarlama davası 6098 Sayılı TBK.nın yasalaştırılması sırasında da benimsenerek, 6098 Sayılı Yasanın 138. maddesinde “Aşırı İfa Güçlüğü” madde başlığı altında düzenlemiş, “ Sözleşmenin  yapıldığı  sırada  taraflarca   öngörülmeyen   ve   öngörülmesi   de   beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu  aleyhine  değiştirir  ve  borçlu  da  borcunu  henüz ifa etmemiş  veya ifanın aşırı ölçüde   güçleşmesinden   doğan   haklarını   saklı  tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır. Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.” hükmüne yer verilmiştir. İlgi maddenin gerekçesinde de “Bu yeni düzenleme, öğreti ve uygulamada sözleşmeye bağlılık (ahde vefa) ilkesinin istisnalarından biri olarak kabul edilen, "işlem temelinin çökmesine” ilişkindir. İmkânsızlık kavramından farklı olan aşırı ifa güçlüğüne dayanan uyarlama isteminin temeli, Türk Medenî Kanununun 2 nci maddesinde öngörülen dürüstlük kurallarıdır. Ancak, sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması ya da dönme hakkının kullanılması, şu dört koşulun birlikte gerçekleşmesine bağlıdır.

  1. Sözleşmenin yapıldığı sırada,  taraflarca  öngörülmeyen  ve  öngörülmesi  de  beklenmeyen olağanüstü bir durum ortaya çıkmış olmalıdır.
  1. Bu durum borçludan kaynaklanmamış olmalıdır.
  1. Bu durum, sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmiş olmalıdır.
  1. Borçlu, borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır.

Maddeye göre, uyarlamanın bütün koşulları gerçekleşmişse borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteyebilir. Bunun mümkün olmaması hâlinde borçlu, sözleşmeden dönebilir; sürekli edimli sözleşmelerde ise kural olarak, fesih hakkını kullanır.” denilerek uygulama da kabul edilen uyarlama davasının yasa maddesi haline getirildiği belirtilmiştir.

6101 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 7. maddesinde “ Türk Borçlar Kanununun kamu düzenine ve genel ahlâka ilişkin kuralları ile geçici  ödemelere  ilişkin  76  ncı,  faize  ilişkin  88  inci,  temerrüt  faizine  ilişkin  120  nci   ve aşırı ifa güçlüğüne ilişkin 138 inci maddesi, görülmekte olan davalarda da uygulanır.” denilerek, görülmekte olan davalarda “aşırı ifa güçlüğüne” ilişkin yasa maddesinin uygulanacağı düzenlemiştir.”

Görüldüğü üzere; beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş   veya ifanın aşırı ölçüde   güçleşmesinden   doğan   haklarını   saklı  tutarak ifa etmiş olursa kira sözleşmesinin borçlusu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir.

3. SONUÇ

Öncelikle ve önemle belirtmek isteriz ki; işbu metin kira sözleşmelerindeki mücbir sebep maddeleri görülmeden ve ifa güçlüğü vb. hallerde sözleşmece kararlaştırılan hükümlerin dışında mevzuat ve içtihat uyarınca varsayım üzerinden hazırlanmıştır. Yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle; konut kira sözleşmelerinde ifa imkânsızlığı ve aşırı ifa güçlüğü hükümlerin uygulama alanı bulmayacağı, genelge ile ve yönetim kararlarıyla kapatılan işyerleri için ifa

imkansızlığı nedeniyle kiracıların ödeme yükümlülüklerinin askıya alınacağı ve müstakil ve açık olan işyerleri bakımından ise aşırı ifa güçlüğü kapsamında uyarlama talebinin söz konusu olacağı kanaatimizi bildirmekteyiz. Yapılan izahat uyarınca hazırlanan tablo da yazımız ekine eklenmiştir.

Saygılarımla, Av. Melik TELLİ

*Söz konusu yazı kısa bilgilendirme amacıyla yazılmıştır ve her hakkı saklıdır. Her hukuki konu kendi somut unsurlarıyla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.

KORONAVİRÜS (COVİD-19) TEDBİRLERİNİN KİRA SÖZLEŞMELERİNE ETKİSİ

KVK Uyum Süreci

KVK Uyum Süreci Bilgi Notu TC Hukuk

TC Hukuk Kamuda

TC Hukuk Kamuda Kişisel Verilerin Korunması

Nisan, 2020

T.C. TİCARET BAKANLIĞININ SERMAYE ŞİRKETLERİNDE MEVCUT ÖZKAYNAK YAPILARININ KORUNMASI MAKSADIYLA YAPILAN KAR PAYI DAĞITIMI KONULU DUYURUSU HAKKINDA BİLGİ NOTU

Ticaret Bakanlığı (“bakanlık”) tarafından TOBB’a ve TOBB aracılığıyla da odalara iletilen 31.03.2020 tarihli yazıda Covid-19 virusü nedeniyle sermaye şirketlerinin öz kaynaklarının korunmasına ilişkin bir duyuru yapılmıştır. Bu duyuru kapsamında “geçmiş yıl kârlarının dağıtıma konu edilmemesi, dağıtım tutarının 2019 yılı net dönem karının %25'ini aşmaması ve yönetim kuruluna kâr payı avansı dağıtımı yetkisi verilmemesi” hususları bakanlıkça talep edilmektedir. Söz konusu bakanlık yazısının hukuki niteliği bakımından değerlendirme yapıldığında ise; bakanlık taleplerinin 28.11.2012 tarihli ve 28481 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan “Anonim Şirketlerin Genel Kurul Toplantılarının Usul ve Esasları ile Bu Toplantılarda Bulunacak Ticaret Bakanlığı Temsilcileri Hakkında Yönetmelik” (“Genel Kurul Yönetmeliği”) 13/5 inci kapsamında genel kurul gündemine alınması zorunlu konulara işaret ettiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bakanlıkça talep edilen konular yapılacak genel kurul gündemine “zorunlu olarak” alınmalıdır. Ancak genel kurulun bakanlığın zorunlu olarak gündeme alınıp görüşülmesini istediği konular doğrultusunda karar alması gerekmemektedir ve bakanlık yazısının aksi yönünde de karar alınabilir. Zira TTK m.408/2-d uyarınca yıllık kar üzerinde tasarruf genel kurulun devredilemez görev ve yetkisi arasındadır. Bu bakımdan ilgili yazının tavsiye niteliğini haiz olduğu ve kar payı dağıtımı ile ilgili takdirin genel kurulda olduğunu belirtmek gerekir.

  1. Kar Dağıtım Hesaplaması Hakkında Kısa Değerlendirme

Kar dağıtımına esas alınacak karın hesaplanması ile ilgili olarak; farklı hesaplama usulleri mevcut olup bu usuller ayrı ayrı uygulandığında farklı sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. Konuyla ilgili SPK, TTK ve VUK çerçevesinde farklı yasal düzenlemeler ve açıklamalar da bulunduğundan uygulamada görüş birliğinin olduğunu söylemek güçtür. Bu kapsamda Kamu Gözetimi Kurumu, TFRS’ye veya BOBİ FRS’ye göre hazırlanan finansal tabloların esas alınması görüşünü savunsa da bu görüş uygulamada vergi sorunları ortaya çıkabileceğinden birçok şirket bakımından tercih edilmemekte VUK uyarınca hesaplanan kar üzerinden dağıtım yapılmaktadır. Dolayısıyla vergi ile ilgili yükümlülüklerin doğru bir şekilde yerine getirilmesi için Vergi Usul Kanunu’na göre sunulan bilanço ve gelir tablosundaki kârın dağıtıma esas alınmasının doğru olacağı kanaatindeyiz. Bu durum TTK bakımından iptal davasını gündeme getirebilir. Ancak iptal davasının da esas sözleşme, kanunlar ve dürüstlük kuralı çerçevesinde görüleceğinden hareketle VUK’a göre yapılan işlemin sırf bu nedenle iptale konu olacağını söylemek güçtür.

Saygılarımla,

Av. Melik TELLİ

*Söz konusu yazı kısa bilgilendirme amacıyla yazılmıştır ve her hakkı saklıdır. Her hukuki konu kendi somut unsurlarıyla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir

Aralık, 2019

SERMAYE ŞİRKETLERİNDE DENETİM KAYYIMI UYGULAMASININ T.T.K VE İÇTİHATLAR BAKIMINDA DEĞERLENDİRİLMESİ

Uygulamada sermaye şirketlerinin şirket ortakları arasında çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle şirket organlarının iş göremez hale gelmesi, şirketin organsız kalması durumlarında mahkemelerden şirket için kayyım atanması istendiğine sıklıkla rastlanmaktadır. Şirkette organ yokluğu nedeniyle yönetim kayyımı atanmasına sıklıkla rastlanmaktadır. İşbu bilgi notunda genel kayyım atanması şartları da ele alınarak denetim kayyımının mevzuat ve içtihattaki yeri hakkında bilgiler verilecektir.

SÜREKLİ OLARAK YÖNETİM KURULUNUN İCRA ETTİĞİ İŞ VE EYLEMLERİN MAHKEMELER TARAFINDAN ATANAN DENETİM KAYYIMLARI TARAFINDAN DENETLENİP ONAY VERİLMESİ GİBİ BİR SİSTEM KANUNDA MEVCUT OLMADIĞI GİBİ KANUNUN YÖNETİM KURULUNA İLİŞKİN HÜKÜMLERİNE AÇIK AYKIRILIK TEŞKİL EDER.

6102 sayılı TTK'nın anonim şirketlere ilişkin hükümlerinde, ancak organ eksikliği nedeni ile TTK 530/2.maddesi uyarınca tedbiren kayyım atanmasının mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Yönetim kurulu işlemlerinin atanacak denetim kayyımı vasıtası ile sürekli olarak denetleneceği ve bu şekilde yönetimin sürdürülmesine olanak verecek bir düzenleme TTK'da yer almamaktadır. Aksine anonim şirketlerde yönetimin ne şekilde ve kimler tarafından yürütüleceği, yöneticilerin görevlerine nasıl ve ne şekilde son verileceği TTK'da ayrıntılı olarak düzenlenmiş olup, sürekli olarak yönetim kurulu üyelerinin yapmış oldukları iş ve işlemlerin mahkeme tarafından atanacak denetim kayyımı/denetim kayyımı heyeti tarafından denetlenip, uygun bulduğu takdirde yapılacak işlere onay veren uygun bulmadığı takdirde onay vermeyen bir sistem TTK'da mevcut değildir.[1]  Ayrıca yöneticilerin işlemleri ve kararları ile ilgili sorumluluğu kanunda düzenlenmiştir. Olası bir sorumluluk halinde bu durum yargılama konusu edilebilir ve gerekli tedbirlerin alınması sağlanabilir.

ANONİM ŞİRKETLERDE ASIL OLAN ŞİRKETİN ORTAKLARI TARAFINDAN ALINAN KARARLAR İLE BELİRLENEN YÖNETİCİLER TARAFINDAN YÖNETİLMESİDİR.

TTK’da yönetim kurulunun yetkileri ile bu yetkilerin kanuna aykırı kullanmasından doğan sorumluluk açıkça düzenlenmiş, yöneticilerin faaliyet kapsamı ve sınırları belirlenmiştir. Bu nedenle asıl olan şirketlerde şirketin belirlenen yöneticiler tarafından yönetilmesidir. Nitekim İstinaf Mahkemesince verilen emsal nitelikte kararlarda[2] da bu durum açıkça vurgulanmıştır:

“…Davacı tarafından davalı şirket yöneticilerinin sorumluluğundan kaynaklanan tazminat ve yöneticilerinin azline ilişkin derdest davada ilk derece mahkemesince " davalı şirketin müdür/ müdürler kurulunun-şirket yönetim organının her türlü karar ve işlemlerinin denetim kayyımının onayına bağlı kılınmasına" ilişkin olarak 03/0102018 tarihinde verilen tedbir kararın davalıların itirazları üzerine 21/02/2018 tarihinde kaldırılmasına karar verilmiş, verilen karara karşı davacı vekilince istinaf kanun istinaf yoluna başvurulmuş ise de; Asıl olan şirketlerin ortakları tarafından alınan kararlar ile belirlenen yöneticiler tarafından yönetilmesi olduğu, şirkette organ boşluğu olmadığı, davalı şirket yöneticilerinin şirketi kötü yönetip yönetmediklerinni ve şirketi zarara uğratıp uğratmadıklarının ancak yapılacak yargılama sırasında toplanacak delillerle ortaya çıkacağı, bu aşamada dosyaya yaklaşık ispatı sağlayacak herhangi bir delil de sunulmadığından; ilk derece mahkemesinin kabul ve gerekçesine göre yerinde görülmeyen davacı vekilinin istinaf talebinin esastan reddine karar verilmiştir…”                         

“…Taraflarca karşılıklı olarak, Ortaklıktan Çıkarılma, Fesih- Ortaklıktan Çıkma istemli açılan ve birleştirilen davalarda davalı/birleşen davanın davacısı tarafından istenen tedbir talepleri ilk derece mahkemesince reddedilmiş, verilen karara karşı tedbir talep eden vekilince istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

Asıl olan şirketlerin ortakları tarafından alınan kararlar ile belirlenen yöneticiler tarafından yönetilmesi olduğu, şirkette organ boşluğu olmadığı, yapılan işlemlerin tedbir isteyenin haklarını ihlal edip etmediğinin ancak yapılacak yargılama sırasında toplanacak delilerle ortaya çıkacağı, şirket yöneticilerinin şirket menfaatleri aleyhine işlem yapmaları halinde her zaman bu zararın tazmini için dava açılabileceği, tedbirin talep edildiği tarih itibariyle 24/11.2017 tarihindeki şirket olağanüstü genel kurul toplantısında gündemdeki maddelerin kabul edilip edilmeyeceğini önceden bilmenin mümkün olmadığı, ihtimale göre tedbir kararı verilmeyeceği, kaldı ki; toplantıda alınacak kararlar aleyhine dava açılmasının ve tedbir talep edilmesinin mümkün olduğu, bu kapsamda ilk derece mahkemesinin takdirine göre verilen kararda usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından istinaf talebinin reddine gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur…”

DENETİM KAYYIMI İLE İLGİLİ VERİLEN İHTİYATİ TEDBİR KARARLARININ H.M.K. İLGİLİ MEVZUATLAR BAKIMINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

Genel bir kaide olarak asıl dava ile istenilen hukuki netice ihtiyati tedbir yolu ile karşılanmasına karar verilemez. Ayrıca ihtiyati tedbir talep eden, bir hakkının ihlal edildiğini veya ihlal edilme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu gerçeğe yakın şekilde ortaya koymalıdır. Nitekim bilgi notuna konu hukuki müessese ile ilgili istinaf mahkemesince verilen emsal nitelikteki kararlarda[3] şu şekildedir;

“…Davanın konusu, şirket varlığının korunması gerekçesiyle denetim kayyımı atanmasına yöneliktir. Mahkemece asıl dava ile elde edilmesi beklenilen talebin ihtiyati tedbir yolu ile karşılanması mümkün olmadığı gerekçesiyle talebin reddine karar verilmiştir. İstinaf dilekçesinde ortaklar arasındaki çekişmenin boyutlarını gösterir tarzda dava ve olaylardan bahsedilmekte ve denetim kayyımı atanması talep edilmektedir. Asıl dava ile istenilen hukuki neticenin ihtiyati tedbir yolu ile karşılanmasına karar verilemez. Mahkemenin bu gerekçesi usul ve yasaya uygundur. Ayrıca ihtiyati tedbir talep eden, bir hakkının ihlâl edildiğini veya ihlâl edilme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu gerçeğe yakın şekilde ortaya koymalıdır. Her ihtiyati tedbir talebi belli bir ivedilik gerektirir. İvedilik kavramı kendi içinde dereceler içerir ve her olayın ve durumun özelliklerine göre değerlendirilir. İhtiyati tedbirin, hedeflenen amacı elde etmeye elverişli olması ve bu amacın gerçekleşmesi için gerekli olması, yani söz konusu amacı elde etmek için vazgeçilmez olması ve amaçla orantılı olması gerekir. Yargılamanın sonucunu etkileyecek nitelikte ihtiyati tedbir kararı verilemez. Dava dosyasında ihtiyati tedbir kararı verilebilmesi için HMK 390/3.maddesindeki yaklaşık ispat kuralı karşılanmamıştır. İddialar yargılamayı gerektirdiğinden, yargılamayı yürütüp uyuşmazlığı esastan karara bağlayacak olan ilk derece mahkemesinin takdirine göre ihtiyati tedbir talebinin reddine ilişkin karar ve gerekçesinde yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davacılar vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur…”

“…Dava 6102 sayılı TTK 531.maddesi uyarınca şirketin haklı nedenle feshi davası olup istinaf açısından uyuşmazlık konusu davada ihtiyati tedbir kararı verme koşullarının oluşup oluşmadığı ve mahkemece verilen kararın dosya içeriğine uygun olup olmadığı noktalarındadır. Davacılar davalı şirketin azınlık pay sahibi olduklarını, davalı şirketin halka açık olup borsa gözaltı pazarında işlem gördüğünü, şirketin hakim ortaklarının şirketi kötü, usulsüz ve kendi menfaatlerine yönettiklerini şirketi son 5 yıldır sürekli zarar ettirdiklerini, şirketin borca batık olduğunu öne sürerek şirketin içinin boşaltılmaması yönündeki işlemlerin önlenmesi için yönetim kayyımı atanmasını, şirket malvarlığı üzerine ihtiyati haciz, olmadığı takdirde ihtiyati tedbir konulmasını, çoğunluk pay sahibi şirket ortağı .... ile eski yönetim kurulu üyesi kardeşi .... ve babası.... malvarlıklarının araştırılmasına ve bunlar üzerine ihtiyati tedbir konulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme iddiaların yargılamayı gerektirdiği, organsızlık halinin söz konusu olmadığı, yaklaşık ispat koşullarının da sağlanmadığı gerekçesiyle talepleri reddetmiştir. Bir şirkete kayyım atanmasının yegane yolu, şirketin yasal organlarının mevcut olmaması halidir. Bu kural 4721 sayılı TMK' nın 427/1-4. maddesinde ifade edilmiştir. Bu maddeye göre: Bir tüzel kişi gerekli organlardan yoksun kalmış ve yönetimi başka yoldan sağlanamamışsa, yönetim kayyımı atanmak zorundadır. Yönetim kayyımı atanabilmesi için şirketin yönetim kurulunun bir şekilde oluşturulmasının mümkün olmaması ve bu boşluğun başkaca hukuki yollarla giderilmemiş olması da şarttır. Şirketin seçilmiş yönetim kurulu bulunduğu takdirde organ yokluğundan sözetmek mümkün olmadığı gibi, mevcut yönetim kurulunun, çalışamaz halde olması da TTK' nin sistematiği içinde giderilmesi her zaman mümkün bir durumdur. (Yarg. 11. H.D 08/03/2018 2016/7714 E-2018/1804 K) 6100 sayılı HMK' nın 389. maddesine göre mevcut durumda meydana gelecek bir değişme nedeniyle gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hallerinde, uyuşmazlık konusu hakkında tedbir kararı verilebilir. 6100 sayılı HMK'nın 390. maddesine göre de; tedbir talep eden taraf, dilekçesinde dayandığı ihtiyati tedbir sebebini ve türünü açıkça belirtmek ve davanın esası yönünden kendisinin haklılığını yaklaşık olarak ispat etmek zorundadır. Mahkemece talep tarihi ile istinafa konu karar verilmiş olup, esasen şartları oluştuğu takdirde yargılamanın her safhasında değişen durum ve koşullar dahilinde talep halinde HMK 396.maddesi uyarınca yeni bir karar da verilebilir. Yasal dayanakları açıklandığı üzere, davacının iddiaları yargılamayı gerektirmekte olup, şirketin organsız kalıp kalmadığı belirlenmeden şirkete yönetim kayyımı atanması mümkün değildir. TTK' nın 530. maddesinde şirketin organsız kalma durumu belirlendiği takdirde öncelikle bunun giderilmesi için süre verilmesi, düzeltilmemesi halinde şirketin feshine karar verilmesi öngörülmüştür. Aynı şekilde şirketin yönetiminin olumsuz davranışlar sergileyebileceği iddiası, şirkete yönetim kayyımı atanmasını gerektirmemektedir. Ticaret şirketleri kar elde etme amacıyla bir araya gelmiş kişilerden oluşmuş tüzel varlıklardır. Yukarıda da belirtildiği gibi şirketin yönetim kurulunun oluşumu, işleyişi, görevden alınması öncelikle şirketin kendi iç yapısı içinde genel kurulda halledilmesi gereken konulardır. Yargı organları ancak yasanın öngördüğü hallerle sınırlı olarak (organ boşluğu gibi) şirket yönetimine kayyım atayabilir. Davalı şirketin malvarlıkları üzerinde haciz, ipotek ve takyidatlar bulunması nedeniyle ihtiyati haciz ve ihtiyati tedbir konulması yönündeki talebin de yasal dayanağı olmadığından reddi usul ve yasaya uygundur. Davalı şirketin çoğunluk pay sahibi ve eski yönetilerinin mal varlığı dava konusu olmadığı gibi eldeki dava yöneticilerin sorumluluk davası olmadığından bu şahısların malvarlıkları üzerine tedbir konulması yönündeki talebin de yasal dayanağı olmadığından reddi usul ve yasaya uygun bulunmaktadır. Yöneticilerin sorumluluğu davasına konu olabilecek hususlar, şirkete yönetim ve denetim kayyımı atanmasını ve davanın konusu itibariyle istenilen ihtiyati tedbir kararlarının verilmesinin gerekçesi olamaz. Şirketi yönetenlerin şirkete ve paydaşlara verdikleri zararların tazmini, açılabilecek bir sorumluluk davasında her zaman hükme bağlanabilir. Karar tarihi itibariyle sunulan belgelerin de HMK'nın 390/3. maddesi anlamında yaklaşık ispat yükümlülüğünü karşılamadığı anlaşıldığına göre, ilk derece mahkemesince verilen kararda dosya içeriğine, usul ve yasaya aykırılık bulunmamaktadır…”

Netice itibariyle görüldüğü üzere bir şirkete kayyım atanması için şirketin yasal organlarının mevcut olmaması gerekmektedir. Bu halin varlığı halinde yönetim kayyımı atanmalıdır. Ancak şirketin seçilmiş yönetim kurulu bulunduğu takdirde organ yokluğundan söz etmek söz konusu olmadığından yönetim kayyımı atanamayacaktır. Yukarıda izah edildiği üzere mevzuat ve içtihat çerçevesinde denetim kayyımı seçeneği de söz konusu olamayacağından yalnızca şirket yönetenlerin şirkete ve paydaşlara verdikleri zararın tazmini konulu sorumluluk davası açılması söz konusu olabilecektir

Saygılarımla,

Av. Melik TELLİ

*Söz konusu yazı kısa bilgilendirme amacıyla yazılmıştır ve her hakkı saklıdır. Her hukuki konu kendi somut unsurlarıyla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.

TÜRKİYE’DE ŞİRKET TÜRLERİ

Genel Olarak

6102 sayılı Türk Ticaret Kanununa göre, ticaret şirketleri; kollektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketlerden oluşmaktadır.

Anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketler sermaye şirketleridir. Aralarında farklar bulunmakla birlikte, isimlerinden de anlaşılacağı üzere, bu türden şirketlerde sermaye kavramı ön planda olup, kişiler daha geri plandadır. Sermaye şirketlerinde ortaklar yalnızca taahhüt etmiş oldukları sermaye ile şirkete karşı sorumludur.

Anonim ve limited şirketler Türkiye’de en yaygın görülen şirket türleridir. Yaklaşık olarak tüm şirketlerin %13’ü anonim şirketlerden oluşmaktadır.

Anonim Şirket

Anonim şirket, sermayesi belirli ve paylara bölünmüş olan, borçlarından yalnızca malvarlığıyla sorumlu bulunan şirkettir.

Özellikleri

Anonim şirketler en az bir ya da birden fazla gerçek ve tüzel kişi tarafından kurulabilir. Kişi sayısı bakımından herhangi bir üst sınır bulunmamaktadır. Anonim şirketler, kanunen yasaklanmamış her türlü ekonomik amaç ve konu için kurulabilir. Anonim şirketlerin, yazılı ve merkezinin bulunduğu yerdeki ticaret siciline tescil edilen; Kanunda belirtilen asgari içeriği haiz bir esas sözleşmesi bulunur. Esas sözleşmenin yazılı şekilde yapılması gerekir. Anonim şirketlerin asgari sermaye tutarı 50.000 Türk Lirasıdır. Kayıtlı sermaye sistemini kabul eden halka açık olmayan anonim şirketler açısından başlangıç sermayesi ise en az 100.000 Türk Lirası olmalıdır. (Kayıtlı sermaye sistemi, genel kurul tarafından belirli bir miktar ve süre ile sınırlandırılarak verilen yetki ile yönetim kurulunun sermaye artırımı yapmasına imkân tanıyan bir sistemdir.) Bu şirketlerde nakdi olarak taahhüt edilen payların itibari değerlerinin en az dörtte birinin tescilden önce ödenmesi zorunludur. Geri kalan miktar, şirketin tescilini izleyen 24 ay içerisinde ödenir. Ödeme takvimi şirket esas sözleşmesinde düzenlenir ya da şirket yönetim kurulunca belirlenir. Anonim şirketlerde pay sahipleri, sadece taahhüt etmiş oldukları sermaye payları ile şirkete karşı sorumludur. Anonim şirketler payları temsil etmek amacıyla nama yazılı ve hamiline yazılı pay senedi çıkarabilirler. Ayrıca tahvil ve benzeri borçlanma araçları da ihraç edebilirler. Anonim şirketler, payları halka arz olunabilen ve payları borsada işlem görebilen tek şirket türüdür. Belirli faaliyet konularını yürüten anonim şirketler ile bilanço aktif toplamı, yıllık net satış hâsılatı,çalışan sayısına göre belirlenen ölçütlerin eşik değerlerini aşan anonim şirketler bağımsız denetime tabidir. Bağımsız denetime tabi olacak şirketler Cumhurbaşkanınca belirlenir.

Organlar

Anonim şirketlerde zorunlu organlar genel kurul ve yönetim kuruludur. Genel kurul, kural olarak tüm pay sahiplerinin temsil edildiği, şirkete dair önemli kararları almaya yetkili organdır. Yönetim kurulu ise temel olarak, şirketin yönetimi ve temsili ile görevli olan organdır.

Genel Kurul

Anonim şirket genel kurulu, kural olarak tüm pay sahiplerinin temsil edildiği, şirkete dair önemli bazı kararları almaya münhasıran yetkili olan organdır. Anonim şirketlerde bazı yetki ve görevler yalnızca genel kurul tarafından kullanılır ve bu görev ve yetkiler devredilemez. Esas sözleşmenin değiştirilmesi, yönetim kurulu üyelerinin seçimi, süreleri, ücretleri ile huzur hakkı, ikramiye ve prim gibi haklarının belirlenmesi, ibraları hakkında karar verilmesi ve görevden alınması, denetçinin seçimi ile görevden alınması, finansal tablolara, yönetim kurulunun yıllık raporuna, yıllık kâr üzerinde tasarrufa, kâr payları ile kazanç paylarının belirlenmesine, yedek akçenin sermayeye veya dağıtılacak kâra katılması dâhil, kullanılmasına dair kararların alınması,şirketin feshi ve önemli miktarda şirket varlığının toptan satışı genel kurulun devredilmez görev ve yetkileridir.

Genel Kurul Toplantıları

Anonim şirket genel kurulunun hesap dönemi sonundan itibaren üç ay içinde toplanması gerekir ve bu toplantılar olağan genel kurul toplantıları olarak adlandırılır. ​Buna göre, hesap dönemi takvim yılı olan şirketlerde toplantılar yılın ilk üç ayı içinde, özel hesap dönemi olan şirketlerde ise, hesap döneminin bittiği günü izleyen ilk üç ay içinde yapılır. Örneğin, hesap dönemi 1 Ocak 2019 – 31 Aralık 2019 olan bir şirketin genel kurul toplantısının 2020 yılının Mart ayının sonuna kadar yapılması gerekir. 

Olağan genel kurul toplantılarında;

§  ​Organların seçimine, 

§  Finansal tablolara, 

§  Yönetim kurulunun yıllık raporuna, 

§  Kârın kullanım şekline, 

§  Dağıtılacak kâr ve kazanç paylarının oranlarının belirlenmesine, 

§  Yönetim kurulu üyelerinin ibraları ile 

§  Faaliyet dönemini ilgilendiren ve gerekli görülen diğer konulara ilişkin müzakere yapılır ve kararlar alınır.

Anonim şirketlerde genel kurul olağanüstü toplantıya da çağrılabilir. Olağanüstü genel kurul toplantıları, şirket için lüzumu halinde zorunlu ve ivedi sebepler çıktığı takdirde yapılır. Olağanüstü genel kurul toplantılarının gündemini toplantı yapılmasını gerektiren sebepler oluşturur. 

​İmtiyazlı payların bulunduğu anonim şirketlerde, genel kurulun, imtiyazlı pay sahiplerinin haklarını sınırlayacak tarzda esas sözleşmeyi değiştirmeye karar vermesi halinde, esas sözleşme değişikliği kararını onaylamak için imtiyazlı pay sahiplerinin katılımıyla toplantı yapılır.

Anonim Şirket esas sözleşmesinde aksine hüküm bulunmadığı takdirde genel kurul, şirket merkezinin bulunduğu yerde toplanır. Şirket merkezinin bulunduğu yerde toplantının hangi adreste yapılacağı esas sözleşmede özel olarak belirtilmemişse, bunu belirleme yetkisi toplantı çağrısı yapanlara aittir. Toplantının, şirket merkezinin bulunduğu mülki idare birimi sınırları dışındaki başka bir yerde veya yurt dışında yapılabilmesi için bunun esas sözleşmede açıkça düzenlenmesi gerekir.

Çağrı ilanında; toplantı yerinin doğru, anlaşılır ve ayrıntılı biçimde belirtilmesi gerekir. Genel kurul toplantıya Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde yayımlanan ilan ile çağrılır. Esas sözleşmede özel bir çağrı usulü öngörülmüşse, Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde yapılan ilanın yanı sıra bu çağrı usulüne de riayet edilir. Bununla birlikte internet sitesi açmakla yükümlü olan şirketlerde, çağrı şirketin internet sitesinde de ilan edilir. Çağrı, toplantıya elektronik ortamda katılma sistemini uygulayan şirketlerde elektronik genel kurul sisteminde de yapılır. Pay defterinde yazılı pay sahipleri ile önceden şirkete pay senedi veya pay sahipliğini ispatlayıcı belge vererek adresini bildiren pay sahiplerine, toplantı günü ile gündem ve ilanın çıktığı veya çıkacağı gazeteler iadeli taahhütlü mektupla bildirilir. Genel kurulun toplantıya çağrısı,ilan ve toplantı günleri hariç olmak üzere, toplantı tarihinden en az iki hafta önce yapılır.

Halka açık anonim şirketlerde ise genel kurullar, toplantıya, esas sözleşmede gösterilen şekilde, ortaklığın internet sitesi ve Kamuyu Aydınlatma Platformu ile Sermaye Piyasası Kurulunca belirlenen diğer yerlerde yayımlanan ilanla çağrılır. Çağrı, ilan ve toplantı günleri hariç olmak üzere, toplantı tarihinden en az üç hafta önce yapılır.

Genel kurulu çağrısı esas olarak, süresi bitmiş olsa dahi yönetim kurulu tarafından yapılır. Ancak, mahkemeden izin alan pay sahibi, görevleriyle ilgili konular için tasfiye memurları ve de azlık pay sahipleri tarafından da genel kurul çağrısı yapılabilir. 

Genel kurul toplantısına yönetim kurulu tarafından hazırlanan genel kurul toplantısına katılabilecekler listesinde yer alan bütün pay sahiplerinin katılma hakkı vardır.

Genel Kurul Kararları

Genel kurullar, esas sözleşmede daha yüksek bir nisap öngörülmemişse sermayenin en az dörtte birini karşılayan payların sahiplerinin veya temsilcilerinin varlığıyla toplanır. Kararlar toplantıda hazır bulunan oyların çoğunluğu ile alınır. Örneğin, 200.000 TL sermayeye sahip bir anonim şirkette ilke olarak genel kurul en az 50.000 TL’lik sermayeyi temsil eden pay sahipleri veya bunların temsilcilerinin varlığıyla toplanır ve bu sermaye tutarının çoğunluğunun olumlu oyu ile karar alır.   Ancak; esas sözleşme değişikliği, şirket merkezinin yurt dışına taşınması, bilanço zararlarının kapatılması için yükümlülük ve ikincil yükümlülük kabul edilmesi, tür değiştirme, birleşme, bölünme, sermaye azaltımı ve artırımı, imtiyazlı pay oluşturulması, nama yazılı payların devrinin sınırlandırılması,tasfiye gibi şirket açısından önem arz eden hususlarda özel toplantı ve karar nisapları aranmaktadır.

Yönetim Kurulu

Anonim şirket yönetim kurulu tarafından yönetilir ve temsil olunur. Yönetim kurulu, genel kurulun yetkisinde bırakılmış bulunanlar dışında, şirketin işletme konusunun gerçekleştirilmesi için gerekli olan her çeşit iş ve işlemler hakkında karar almaya yetkilidir.

Anonim şirketin, esas sözleşmeyle atanmış veya genel kurul tarafından seçilmiş, bir veya daha fazla kişiden oluşan bir yönetim kurulu bulunur.

Yönetim kurulu tek kişiden oluşabilir. Bu kişi gerçek veya tüzel kişi olabilir. Bir tüzel kişi yönetim kuruluna üye seçildiği takdirde, tüzel kişi tarafından belirlenen bir gerçek kişi de tescil ve ilan olunur. Yönetim kurulu üyelerinin Türk vatandaşı olması veya Türkiye’de yerleşik olma şartı bulunmamaktadır.

Yönetim kurulu üyeleri en çok üç yıl süreyle görev yapmak üzere seçilir. Esas sözleşmede aksine hüküm yoksa aynı kişi yeniden seçilebilir. Esas sözleşmede aksi öngörülmemiş veya yönetim kurulu tek kişiden oluşmuyorsa temsil yetkisi çift imza ile kullanılır.

Esas sözleşmede öngörülmek şartı ile belirli pay gruplarına, özellik ve nitelikleriyle belirli bir grup oluşturan pay sahiplerine ve azlığa yönetim kurulunda temsil edilme hakkı tanınabilir.

Yönetim Kurulu Üyelerinin Seçimi

​Anonim şirketlerde yönetim kurulu üyelerinin seçiminde temel kural, üyelerin genel kurulca seçilmesidir. Bu seçim genel kurulun devredilemez görev ve yetkileri arasındadır.

Yönetim kuruluna üye seçiminde üç özel durum bulunmaktadır:

1.       Anonim şirketin kuruluşunda, ilk yönetim kurulu esas sözleşme ile belirlenir. 

2.       Yönetim kurulunda, ölüm, istifa gibi herhangi bir sebeple bir üyelik boşalırsa, yönetim kurulu kanuni şartları haiz birini, geçici olarak yönetim kurulu üyeliğine seçip ilk genel kurulun onayına sunar. Bu yolla seçilen üye, onaya sunulduğu genel kurul toplantısına kadar görev yapar ve onaylanması halinde selefinin süresini tamamlar. 

3.       Üçüncü olarak, Devlet, il özel idaresi, belediye ve köy ile diğer kamu tüzel kişilerinden birine, esas sözleşmede öngörülecek bir hükümle, pay sahibi olmasalar da, işletme konusu kamu hizmeti olan anonim şirketlerin yönetim kurullarında temsilci bulundurmak hakkı verilebilir. Kamu tüzel kişilerinin yönetim kurulundaki temsilcileri, bunlar tarafından belirlenir ve görevden alınabilir.

Yönetim Kurulu Üyeliğinin Sona Ermesi

Anonim şirketlerde, yönetim kurulu üyelerinden birinin; iflasına karar verilirse, ehliyeti kısıtlanırsa veya bir üye üyelik için gerekli kanuni şartları yahut esas sözleşmede öngörülen nitelikleri kaybederse, bu kişinin üyeliği, herhangi bir işleme gerek olmaksızın kendiliğinden sona erer.

Bunun yanı sıra, anonim şirket yönetim kurulu üyeleri, esas sözleşmeyle atanmış olsalar dahi, gündemde ilgili bir maddenin bulunması veya gündemde madde bulunmasa bile haklı bir sebebin varlığı halinde, genel kurul kararıyla her zaman görevden alınabilirler. 

Son olarak, yönetim kurulu üyesi olan tüzel kişi, kendi adına tescil edilmiş bulunan kişiyi her an değiştirebilir. 

Yönetim Kurulunun Toplanması ve Karar Alması

Anonim şirket yönetim kurulu, esas sözleşmede aksine ağırlaştırıcı bir hüküm bulunmadığı takdirde, üye tam sayısının çoğunluğu ile toplanır ve kararlarını toplantıda hazır bulunan üyelerin çoğunluğu ile alır. Örneğin, 5 üyeden oluşan bir yönetim kurulunda; en az üç üyenin toplanıp bunların ikisinin karar alabilmesi mümkündür.

Yönetim kurulu üyeleri toplantıda temsilen birbirlerinin yerine oy veremezler, toplantılara vekil aracılığıyla katılamazlar. Oylar eşit olduğu takdirde o konu gelecek toplantıya bırakılır. İkinci toplantıda da eşitlik olursa söz konusu öneri reddedilmiş sayılır. 

Yönetim kurulu, toplantı yapmaksızın önerinin elden dolaştırılması suretiyle karar alabilir. Ancak bu yöntemin uygulanabilmesi için; yönetim kurulu üyelerinden hiçbirinin toplantı yapılması isteminde bulunmaması, yazılı bir öneride bulunulması, bu önerinin tüm yönetim kurulu üyelerine yapılmış olması ve en az  üye tam sayısının çoğunluğunun kararı gerekmektedir.

Limited Şirketler

Limited şirketler Türkiye’de en yaygın görülen şirket türüdür. Yaklaşık olarak tüm şirketlerin % 82’si limited şirketlerden oluşmaktadır. 

Limited şirket, sermayesi belirli ve paylara bölünmüş olan ve borçlarından yalnızca malvarlığıyla sorumlu olan şirkettir.

Özellikleri

Tek ortaklı limited şirket kurulabilir. Limited şirketlerde ortakların sayısı elliyi aşamaz. Limited şirket ortakları gerçek kişi veya tüzel kişi olabilir. 

Limited şirketlerde ortaklar, şirket borçlarından sorumlu olmayıp, sadece taahhüt ettikleri esas sermaye paylarını ödemekle ve şirket sözleşmesinde öngörülen ek ödeme ve yan edim yükümlülüklerini yerine getirmekle yükümlüdürler. Ortaklar şirketten tahsil edilemeyen kamu borçlarından ise sermaye payları oranında sorumludur.

Limited şirketin esas sermayesi en az 10.000 Türk Lirasıdır. Nakdi olarak getirilen sermayenin tamamının şirketin tescilinden sonraki 24 ay içinde ödenmesi mümkündür. Ödeme takvimi şirket sözleşmesinde düzenlenebileceği gibi, müdürler tarafından da belirlenebilir.

Limited şirketin, yazılı ve merkezinin bulunduğu yerdeki ticaret siciline tescil edilen bir şirket sözleşmesi bulunur. 

Limited şirketlerde hamiline yazılı pay ihraç edilemez ve halka arz olunamaz. 

Organlar

Limited şirketlerde zorunlu organlar genel kurul ve müdür/müdürler kuruludur. Genel kurul, kural olarak tüm pay sahiplerinin temsil edildiği, şirkete dair önemli kararları almaya yetkili organdır. Müdür/müdürler kurulu ise temel olarak, şirketin yönetimi ve temsili ile görevli olan organdır.

Genel Kurul

Türk Ticaret Kanununda, anonim şirketlerde genel kurulun işleyişine ilişkin hususlar, limited şirketlere nazaran çok daha kapsamlı düzenlenmiş olup, limited şirketlerde genel kurulun işleyişi bakımından çoğu hususta anonim şirket hükümlerine atıf yapılmaktadır. Ancak bazı hususlarda limited şirketler bakımından istisnai hükümlere de yer verilmiştir.

Kural olarak limited şirketlerde genel kurul tüm pay sahiplerinin temsil edildiği, şirket sözleşmesinin değiştirilmesi, müdürlerin seçilmesi, denetçinin seçilmesi, şirketin feshi gibi şirkete dair önemli kararları almaya yetkili olan organdır.

Genel kurul müdürler tarafından toplantıya çağrılır. Olağan genel kurul toplantısı, her yıl hesap döneminin sona ermesinden itibaren üç ay içinde yapılır. Şirket sözleşmesi uyarınca ve gerektikçe genel kurul olağanüstü toplantıya çağrılır. 

Genel kurul, toplantı gününden en az on beş gün önce toplantıya çağrılır. Şirket sözleşmesi bu süreyi uzatabilir veya on güne kadar kısaltabilir.

Müdür/Müdürler Kurulu

Limited şirketlerde müdür/müdürler kurulu, temel olarak şirketin yönetimi ve temsili ile görevli olan organdır. Şirketin tek müdürünün olması mümkündür. Müdürlerden en az birinin şirket ortağı olması zorunludur. Müdürlerin Türk vatandaşı olması veya Türkiye’de yerleşik olma şartı bulunmamaktadır.

Limited şirketlerde şirketin yönetimi ve temsili şirket sözleşmesi ile düzenlenir. Şirket sözleşmesi ile yönetimi ve temsili, müdür sıfatını taşıyan bir veya birden fazla ortağa veya tüm ortaklara ya da üçüncü kişilere verilebilir. En azından bir ortağın, şirketi yönetim hakkının ve temsil yetkisinin bulunması gerekir. Müdürlerden biri bir tüzel kişi olduğu takdirde, bu kişi bu görevi tüzel kişi adına yerine getirecek bir gerçek kişiyi belirler. 

Müdürler, kanunla veya şirket sözleşmesi ile genel kurula bırakılmamış bulunan yönetime ilişkin tüm konularda karar almaya ve bu kararları yürütmeye yetkilidirler.

​Şirketin birden fazla müdürünün bulunması hâlinde, bunlardan biri, şirketin ortağı olup olmadığına bakılmaksızın, genel kurul tarafından müdürler kurulu başkanı olarak atanır. Başkan olan müdür veya tek müdürün bulunması hâlinde bu kişi, genel kurulun toplantıya çağrılması ve genel kurul toplantılarının yürütülmesi konularında olduğu gibi, genel kurul başka yönde bir karar almadığı ya da şirket sözleşmesinde farklı bir düzenleme öngörülmediği takdirde, tüm açıklamaları ve ilanları yapmaya da yetkilidir. 

Birden fazla müdürün varlığı hâlinde, bunlar çoğunlukla karar alırlar. Eşitlik hâlinde başkanın oyu üstün sayılır. Şirket sözleşmesi, müdürlerin karar almaları konusunda değişik bir düzenleme öngörebilir.

Sermayesi Paylara Bölünmüş Komandit Şirketler

Sermayesi paylara bölünmüş komandit şirket, sermayesi paylara bölünen ve ortaklarından bir veya birkaçının şirket alacaklılarına karşı bir kollektif şirket ortağı gibi, diğerlerinin ise bir anonim şirket pay sahibi gibi sorumlu olduğu şirketlerdir. 

Özellikleri

Sermayesi paylara bölünmüş komandit şirket 5 kişi ile kurulabilir. Şirkette en az bir komandite ortağın bulunması ve bu ortağın gerçek kişi olması zorunludur. Komandite ortaklar şirket borçlarından sınırsız olarak sorumludurlar. 

Şahıs Şirketleri

Kollektif ile komandit şirketler şahıs şirketleridir. Sermaye şirketlerinden farklı olarak bu türden şirketlerde sermaye unsurundan ziyade kişi unsuru ön plandadır. Şahıs şirketlerinde ortakların şirket borçlarından ikinci dereceden ve sınırsız sorumluluğu esası geçerlidir.

Kollektif Şirketler

Kollektif şirketler, ticari bir işletmeyi bir ticaret unvanı altında işletmek amacıyla, gerçek kişiler arasında kurulan ve ortaklarından hiçbirinin sorumluluğu şirket alacaklılarına karşı sınırlanmamış olan şirkettir.

Özellikleri

Kollektif şirketler en az iki ortakla kurulur. Kollektif şirketlere yalnızca gerçek kişiler ortak olabilir. Kollektif şirket ortakları, şirket alacaklılarına karşı ikinci dereceden sınırsız sorumludur.

Şirket ortaklarından her biri ayrı ayrı şirketi yönetme hakkını ve görevini haizdir. Ancak, şirket sözleşmesiyle veya ortakların çoğunluğunun kararıyla yönetim işleri ortaklardan birine, birkaçına veya tümüne verilebilir. 

Kollektif şirketlerde sermaye şartı yoktur.

Komandit Şirketler

Ticari bir işletmeyi bir ticaret unvanı altında işletmek amacıyla kurulan, şirket alacaklılarına karşı ortaklardan bir veya birkaçının sorumluluğu sınırlandırılmamış ve diğer ortak veya ortakların sorumluluğu belirli bir sermaye ile sınırlandırılmış olan şirket komandit şirkettir.

Özellikleri

Komandit şirketin en önemli özelliği sınırlı ve sınırsız sorumlu ortakları bir arada barındırmasıdır. Bazı ortaklar sınırlı, bazı ortaklar sınırsız sorumludur.

Komandit şirket, biri komandite olmak üzere sınırsız sorumlu ortak, biri de komanditer olmak üzere sınırlı sorumlu ortak olan en az iki kişi tarafından kurulabilir. Komandite ortaklar yalnızca gerçek kişi olabilirler ve şirketi yönetirler. Komanditer ortaklar gerçek veya tüzel kişi olabilir.

Komandite ortağın sorumluluğu kollektif şirket ortağı gibidir. Alacağını şirketin malvarlığından karşılayamayan alacaklılar, komandite ortaklara başvurabilir. Komanditer ortakların sorumluluğu koyduğu veya taahhüt ettiği sermaye miktarı ile sınırlıdır. Komanditer ortaklar şirketi yönetemez.

TÜRKİYE'DE ŞİRKET TÜRLERİ

Giriş

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'na göre ticaret şirketleri; Kolektif, komandit, anonim şirket, limited ve kooperatif şirketlerinden oluşur.

 

Sermayesi hisselere bölünen anonim, limited ve limited şirketler sermaye şirketleri. Her ne kadar aralarında farklılıklar olsa da, adından da anlaşılacağı gibi, bu tür şirketlerde sermaye kavramı ön plandadır ve insanlar daha çok arka plandadır. Sermaye şirketlerinde, ortaklar yalnızca taahhüt ettikleri sermaye ile şirkete karşı sorumludur.

Anonim ve limited şirket Türkiye'de en yaygın şirkettir. Tüm şirketlerin yaklaşık% 13'ü anonim şirkettir.

Anonim şirket

Anonim şirket, belirlenmiş ve hisselere bölünmüş bir şirkettir ve sadece varlıklarından sorumludur.

Özellikleri

Anonim şirketler en az bir veya daha fazla gerçek ve tüzel kişi tarafından kurulabilir. Kişi sayısında üst sınır yoktur. Anonim şirketler herhangi bir ekonomik amaçla ve yasalarca yasaklanmayan konular için kurulabilir. Anonim şirketlerin, genel merkezinin bulunduğu yerde ticaret siciline kayıtlı Kanunda belirtilen asgari içeriğe sahip bir ana sözleşmesi vardır. Esas sözleşme yazılı olarak yapılmalıdır. Anonim şirketlerin asgari sermaye tutarı 50.000 Türk Lirasıdır. Kayıtlı sermaye sistemini kabul eden halka açık olmayan anonim şirketler için başlangıç ​​sermayesi en az 100.000 Türk Lirası olmalıdır. (Kayıtlı sermaye sistemi, yönetim kurulunun belirli bir süre ve süre ile sınırlı genel kurul tarafından verilen yetki ile sermayesini artırmasını sağlayan bir sistemdir.) bu şirketlerdeki nakit kayıttan önce ödenmelidir. Kalan tutar şirketin kaydından sonraki 24 ay içinde ödenir. Ödeme planı şirketin ana sözleşmesinde düzenlenir veya şirketin yönetim kurulu tarafından belirlenir. Anonim şirketlerde hissedarlar şirkete sadece taahhüt ettikleri sermaye payları ile yükümlüdürler. Anonim şirketler, hisseleri temsil etmek üzere nama yazılı paylar ve hamiline yazılı hisseler çıkarabilirler. Ayrıca tahvil ve benzeri borçlanma araçları ihraç edebilirler. Anonim şirketler, hisseleri halka arz edilebilen ve hisseleri borsada işlem gören tek şirkettir. Belirli faaliyet alanlarında faaliyet gösteren anonim şirketler ile bilanço aktiflerinin eşik değerlerini aşan anonim şirketler, yıllık net satış gelirleri ve çalışan sayısına göre belirlenen çalışan sayısı bağımsız denetime tabidir. Bağımsız denetime tabi tutulacak şirketler Cumhurbaşkanı tarafından belirlenir. yıllık net satış geliri ve çalışan sayısına göre belirlenen çalışan sayısı bağımsız denetime tabidir. Bağımsız denetime tabi tutulacak şirketler Cumhurbaşkanı tarafından belirlenir. yıllık net satış geliri ve çalışan sayısına göre belirlenen çalışan sayısı bağımsız denetime tabidir. Bağımsız denetime tabi tutulacak şirketler Cumhurbaşkanı tarafından belirlenir.

organizasyon

Anonim şirketlerde zorunlu organlar genel kurul ve yönetim kuruludur. Genel Kurul, kural olarak, tüm pay sahiplerinin temsil edildiği şirket hakkında önemli kararlar almaya yetkilidir. Yönetim kurulu temel olarak şirketin yönetiminden ve temsilinden sorumlu organdır.

Genel Kurul

Anonim şirket genel kurulu, kural olarak, tüm hissedarların temsil edildiği şirket ile ilgili bazı önemli kararlar almaya yetkilidir. Bazı otoriteler ve görevler anonim şirketlerde sadece genel kurul tarafından kullanılır ve bu görev ve yetkiler devredilemez. Esas sözleşme değişikliği, yönetim kurulu üyelerinin seçimi, süreleri, ücretleri ve barış hakkı, ikramiye ve primler, beraat kararları ve görevden alınmaları, denetçinin seçilmesi ve görevden alınması, mali tablolar, yönetim kurulunun yıllık raporu, yıllık kârdan tasarruflar, dağıtılacak kar veya yedek akçeye yedek akçelerin kullanılması dahil olmak üzere kar paylarının ve kazanç paylarının belirlenmesine ilişkin kararlar,

Genel Kurul Toplantıları

Anonim şirket genel kurulu hesap döneminin sonundan itibaren üç ay içinde toplanır ve bu toplantılara olağan genel kurul toplantıları denir. Bu doğrultuda, mali yılı olan şirketlerde, yılın ilk üç ayı içinde ve özel mali dönemi olan şirketlerde, mali dönemin bitimini izleyen ilk üç ay içinde toplantılar yapılır. Örneğin, 1 Ocak 2019 - 31 Aralık 2019 hesap dönemi olan bir şirketin genel kurul toplantısı Mart 2020 sonuna kadar yapılmalıdır.

Olağan genel kurul toplantılarında;

Organ seçimi,

Finansal tablolar,

Yönetim kurulunun yıllık raporu,

Kâr nasıl kullanılır,

Dağıtılacak kâr ve kazanç paylarının oranlarını belirlemek,

Yönetim kurulu üyelerinin ibra edilmesiyle

Faaliyet dönemi ile ilgili diğer konularda görüşülerek başka kararlar alınır ve gerekli görülür.

Anonim şirketlerde genel kurul olağanüstü toplantıya çağrılabilir. Şirket için gereklilik ve acil nedenlerle olağanüstü genel kurul toplantıları yapılır. Olağanüstü genel kurul toplantılarının gündemi toplantı gerektiren sebeplerdir.

İmtiyazlı hisse senetleri bulunan anonim şirketlerde, genel kurul esas sözleşmede imtiyazlı pay sahiplerinin haklarını sınırlandıracak şekilde değişiklik yapma kararı alınırsa, imtiyazlı pay sahiplerinin katılımı ile esas sözleşmede yapılan değişikliği onaylamak üzere bir toplantı yapılır. .

Anonim Şirket Ana Sözleşmesi'nde hüküm bulunmadıkça genel kurul şirket merkezinin bulunduğu yerde toplanır. Şirket merkezinin bulunduğu toplantının adresi esas sözleşmede belirtilmemişse, bu hususu belirleme yetkisi arayanlara aittir. Toplantının şirket merkezinin bulunduğu yurt dışında veya yurt dışında idari birimin sınırları dışında başka bir yerde yapılması için bunun esas sözleşmede açıkça düzenlenmesi gerekir.

Çağrı duyuruda; toplantı yeri doğru, anlaşılır ve ayrıntılı bir şekilde belirtilmelidir. Genel Kurul toplantısına, Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'nde yayımlanan duyuru ile çağrı yapılır. Esas sözleşmede özel bir çağrı usulünün yanı sıra Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'nin ilan edilmesi halinde özel çağrı usulüne de uyulur. Ancak, bir web sitesi açmakla yükümlü olan şirketlerde, çağrı şirketin web sitesinde de duyurulur. Toplantıya elektronik katılım sistemini uygulayan şirketlerde elektronik genel kurul sisteminde de çağrı yapılır. Şirkete önceden hissedar veya mülkiyet belgesi vererek adreslerini belirten hissedarlar, toplantı günü, gündem ve ilanın yayınlandığı veya yayınlanacağı gazeteler pay sahiplerine duyurulur. Genel kurulun toplantıya çağrısı, ilan ve toplantı günleri hariç olmak üzere, toplantı tarihinden en az iki hafta önce yapılır.

Halka açık anonim şirketlerde genel kurul, esas sözleşmede gösterildiği üzere şirketin internet sitesinde ve Sermaye Piyasası Kurulu ile Kamuyu Aydınlatma Platformu tarafından belirlenen diğer yerlerde yayımlanan ilan ile toplantıya çağrılır. Çağrılar, ilan ve toplantı günleri hariç olmak üzere toplantı tarihinden en az üç hafta önce yapılır.

Genel kurul çağrısı, süresi dolmuş olsa bile, esas olarak yönetim kurulu tarafından yapılır. Ancak, mahkemeden izin alan pay sahibi, tasfiye memurları ve azınlık pay sahipleri tarafından görevleri ile ilgili konularda aranabilir.

Yönetim kurulu tarafından hazırlanan genel kurul toplantısına katılabilecekler listesindeki tüm pay sahipleri genel kurul toplantısına katılma hakkına sahiptir.

Genel Kurul Kararları

Genel kurullar esas sözleşmede daha yüksek bir nisap öngörülmedikçe, sermayenin en az dörtte birini karşılayan hissedarların veya hissedarların varlığı ile toplanır. Kararlar toplantıda hazır bulunan oyların çoğunluğu ile alınır. Örneğin, sermayesi 200.000 TL olan bir anonim şirkette, genel kurul, genel kurul, hissedarların veya en az 50.000 TL sermayeyi temsil eden temsilcilerinin varlığıyla toplanır ve bu sermaye tutarının çoğunluğunun olumlu oyu ile karar verir. . Ancak; şirket için esas sözleşmede değişiklik yapılması, şirketin yönetim merkezinin yurtdışına taşınması, bilanço zararlarının kapatılması için yükümlülüklerin ve ikincil yükümlülüklerin kabul edilmesi, türünün değiştirilmesi, birleşme, bölünme gibi özel konularda özel toplantı ve karar nisapları aranır.

Yönetim Kurulu

Anonim şirket yönetim kurulu tarafından yönetilir ve temsil olunur. Yönetim kurulu, genel kurulun yetkisi altında bırakılanlar hariç olmak üzere, şirketin iş konusunun gerçekleştirilmesi için gerekli her türlü iş ve işlem hakkında karar almaya yetkilidir.

Anonim şirketin ana sözleşme ile atanan veya genel kurul tarafından seçilen bir veya daha fazla kişiden oluşan bir yönetim kurulu vardır.

Yönetim kurulu bir kişiden oluşabilir. Bu kişi gerçek veya tüzel kişi olabilir. Tüzel kişi yönetim kurulu üyesi olarak seçilirse, tüzel kişi tarafından belirlenen gerçek kişi de tescil ve ilan edilir. Türk vatandaşlarının yönetim kurulu üyesi olması veya Türkiye'de ikamet etme zorunluluğu yoktur.

Yönetim kurulu üyeleri en çok üç yıl için seçilirler. Esas sözleşmede herhangi bir hüküm bulunmuyorsa, aynı kişi yeniden seçilebilir. Ana sözleşmede aksi belirtilmedikçe veya yönetim kurulu bir kişiden oluşmuyorsa, temsil yetkisi çift imza ile kullanılır.

Esas sözleşmede, belirli pay gruplarında, özellik ve nitelikleri ile belirli bir grup oluşturan pay sahiplerine ve azınlıklara yönetim kurulunda temsil edilme hakkı tanınması şartıyla.

Yönetim Kurulu Üyelerinin Seçimi

Anonim şirketlerde yönetim kurulu üyelerinin seçiminde temel kural, genel kurul tarafından üye seçimidir. Bu seçim, genel kurulun devredilemez görevleri ve yetkileri arasındadır.

Yönetim kurulu üyelerinin seçiminde üç özel durum vardır:

1. Anonim şirketin kuruluşunda ilk yönetim kurulu ana sözleşmeyle belirlenir.

2. Üyelik, yönetim kurulunda ölüm, istifa gibi herhangi bir nedenle boşsa, yönetim kurulu geçici olarak yönetim kurulu üyeliği için yasal şartlardan birini seçer ve ilk genel kurulun onayına sunar. . Bu şekilde seçilen üye, onay için sunulduğu genel kurul toplantısına kadar onaylanır ve onaylanırsa, selefinin süresini tamamlar.

3. Üçüncüsü, devlet, il özel idaresi, belediye ve köy ve diğer kamu tüzel kişilerden biri, hissedar olmasalar bile, kamu hizmeti olan anonim şirketlerin yönetim kurulunda bir hüküm ile temsil yetkisine sahip olabilirler. ana sözleşmede öngörülmüştür. Kamu tüzel kişilerinin yönetim kurulundaki temsilcileri onlar tarafından belirlenir ve görevden alınabilir.

Yönetim Kurulu Üyeliğinin Sona Ermesi

Anonim şirketlerde yönetim kurulu üyelerinden biri; İflasına karar verilirse, lisansı kısıtlanır veya üye üyelik için gerekli yasal koşulları veya esas sözleşmede öngörülen nitelikleri kaybederse, üyeliği herhangi bir işlem yapmadan otomatik olarak sona erer.

Buna ek olarak, geçerli bir neden varsa, anonim şirketin üyeleri, gündemde ilgili bir madde bulunsun veya olmasın, esas sözleşme ile tayin edilmiş olsalar dahi, genel kurul kararı ile görevden alınabilirler. .

Son olarak, yönetim kurulu tüzel kişiliği, adına kayıtlı kişiyi her zaman değiştirebilir.

Yönetim Kurulu Toplantı ve Karar Verme

Ana sözleşmede ağırlaştırıcı bir hüküm bulunmadıkça, anonim şirket kurulu üye tam sayısının çoğunluğu ile toplanır ve kararlarını toplantıya katılan üyelerin çoğunluğu ile alır. Örneğin, 5 üyeden oluşan bir yönetim kurulunda; en az üç üyenin bir araya gelmesi ve ikisinin karar alması mümkündür.

Yönetim Kurulu üyeleri birbirleri adına oy kullanamazlar ve toplantılara vekaleten katılamazlar. Oylar eşitse, bu konu bir sonraki toplantıya bırakılır. İkinci toplantıda eşitlik varsa, teklif reddedilmiş sayılır.

Yönetim kurulu teklifi dağıtarak toplantı yapmadan karar alabilir. Ancak bu yöntemin uygulanması için; Hiçbir yönetim kurulu üyesi toplantı istememeli, yazılı bir teklif yapılmalı, bu teklif yönetim kurulu üyelerinin tümüne yapılmalı ve en az üye tam sayısının çoğunluğuna karar verilmelidir.

Limited Şirketler

Limited şirketler, Türkiye'de en yaygın şirket türüdür. Tüm şirketlerin yaklaşık% 82'si limited şirkettir.

Limited şirket, sermayesi belirlenmiş ve hisselere bölünmüş olan şirkettir ve sadece varlıklarından sorumludur.

Özellikleri

Tek bir ortak limited şirket kurulabilir. Limited şirketlerde ortak sayısı elliyi geçemez. Limited şirket ortakları gerçek veya tüzel kişiler olabilir.

Limited şirketlerde ortaklar şirketin borçlarından sorumlu değildir, sadece taahhüt ettikleri temel sermaye paylarını ödemek ve ana sözleşmede öngörülen ek ödeme ve yan performans yükümlülüklerini yerine getirmekle yükümlüdür. Sermaye sahipleri ile orantılı olarak şirketten tahsil edilemeyen kamu borçlarından pay sahipleri sorumludur.

Limited şirketin temel sermayesi en az 10.000 Türk Lirasıdır. Şirketin kaydolduktan sonraki 24 ay içinde nakit olarak getirilen sermayenin tamamı ödenebilir. Ödeme planı şirket sözleşmesinde düzenlenebilir veya yöneticiler tarafından belirlenebilir.

Limited şirketin genel merkezinde ticaret siciline tescil ve tescil olunan bir ana sözleşme vardır.

 

Limited şirketlerde hamiline yazılı paylar çıkarılamaz ve halka arz edilemez.

organizasyon

Limited şirketlerde zorunlu organlar genel kurul ve yönetim kurulu üyeleridir. Genel Kurul, kural olarak, tüm pay sahiplerinin temsil edildiği şirket hakkında önemli kararlar almaya yetkilidir. Yönetim kurulu / yöneticiler temelde şirketin yönetiminden ve temsilinden sorumlu organdır.

Genel Kurul

Türk Ticaret Kanunu'nda, anonim şirketlerde genel kurulun işleyişine ilişkin hususlar limited şirketlerden çok daha geniş bir şekilde düzenlenir ve limited şirkette genel kurulun işleyişi hususunda; anonim şirket. Bununla birlikte, limited şirketler için bazı konularda istisnai hükümler vardır.

Kural olarak, şirket sözleşmesinin değiştirilmesi, yöneticilerin seçilmesi, denetçinin seçilmesi, şirketin sona erdirilmesi, tüm hissedarların sınırlı şirketlerde temsil edildiği şirket ile ilgili önemli kararlar almaya yetkilidir.

Genel kurul toplantıya yöneticiler tarafından çağrılır. Olağan genel kurul toplantısı her yıl hesap döneminin bitiminden itibaren üç ay içinde yapılır. Genel kurul, esas sözleşmeye ve gerektiğinde olağanüstü toplantıya çağrılır.

Genel kurul toplantı gününden en az onbeş gün önce toplantıya çağrılır. Esas sözleşme bu süreyi uzatabilir veya on güne kısaltabilir.

Müdür / Yönetim Kurulu

Limited şirketlerde yönetim kurulu / yöneticiler şirketin yönetim ve temsilinden sorumlu kuruluştur. Şirketin tek bir yöneticisi olması mümkündür. Yöneticilerden en az biri şirketin ortağı olmalıdır. Müdür Türk vatandaşı olmalı veya Türkiye'de ikamet etmeye gerek yok.

Şirketin limited şirketlerde yönetimi ve temsili esas sözleşmeyle düzenlenir. Şirketin sözleşmesi ve yönetimi ve temsili, bir veya daha fazla ortağa veya yönetici unvanına sahip tüm ortaklara veya üçüncü taraflara verilebilir. En az bir ortağın şirketi yönetme ve temsil etme hakkı olmalıdır. Yöneticilerden biri tüzel kişilik ise, o kişi tüzel kişi adına bu görevi yerine getirecek gerçek bir kişiyi tespit edecektir.

Yöneticiler kanun veya esas sözleşme ile genel kurula bırakılmayan yönetime ilişkin karar almaya ve bu kararları uygulamaya yetkilidir.

Şirketin birden fazla yöneticisi varsa, şirket ortak olup olmadığına bakılmaksızın, genel kurul tarafından bunlardan biri yönetim kurulu başkanı olarak atanır. Bir yönetici veya tek yönetici olması halinde, genel kurul başka bir yönde karar almadıkça veya genel kurul çağrısında olduğu gibi ana sözleşmede farklı bir düzenleme yapılmadıkça bu kişi tüm açıklama ve açıklamaları yapmaya yetkilidir. toplanma ve genel kurul toplantılarının yapılması.

Birden fazla yönetmenin bulunması durumunda, mevcut oyların çoğunluğu ile karar alırlar.

. Eşitlik halinde, başkanın oyu daha üstün sayılır. Ana sözleşmede yöneticilerin karar vermesi için farklı bir düzenleme yapılabilir.

Sermayeye Hisse Bölünmüş Komandit Şirketler

Sermayesi hisselere bölünmüş olan komuta şirketi, sermayesi hisselere bölünmüş şirketlerdir ve ortaklarından biri veya daha fazlası, ortak şirket ortağı gibi şirketin alacaklılarından ve anonim şirket hissedarı olarak diğerlerinden sorumludur.

Özellikleri

Sermayesi hisselere bölünmüş komuta şirketi 5 kişiyle kurulabilir. Şirketin en az bir sınırlı ortağı olması ve bu ortağın gerçek kişi olması zorunludur. Commandite ortakları şirket borçlarından sınırsız olarak sorumludur.

Bireysel Şirketler

Kolektif ve komuta şirketleri özel şirketlerdir. Sermaye şirketlerinin aksine, bu tür şirketlerde sermaye unsuru yerine kişi unsuru ön plandadır. Özel şirketlerde ortakların şirket borçlarından ikinci derece ve sınırsız sorumluluğu prensibi geçerlidir.

Kollektif Şirketler

Kolektif şirketler, ticari bir işletmeyi ticari bir unvanla işletmek için gerçek kişiler arasında kurulan şirketlerdir ve ortaklarından hiçbiri şirketin alacaklılarıyla sınırlı değildir.

Özellikleri

Kollektif şirketler en az iki ortakla kurulur. Kollektif şirketlerde yalnızca gerçek kişiler ortak olabilir. Kollektif şirket ortakları, şirket alacaklılarına sınırsız ikinci derece yükümlülüktür.

Şirket ortaklarının her biri, şirketi ayrı ayrı yönetme hakkına ve görevine sahiptir. Ancak, ortaklıklar bir esas sözleşmeyle veya çoğunluk kararıyla yönetim işlerine verilebilir.

Kollektif şirketlerde sermaye gereksinimi yoktur.

Sponsorluk Şirketleri

Ticari bir işletmeyi ticaret unvanı altında işletmek üzere kurulan şirket, bir veya daha fazla ortağın şirketin alacaklılarına karşı sorumluluğu ile sınırlı değildir ve diğer ortakların veya ortakların sorumluluğu limited şirkettir.

Özellikleri

Komandit şirketinin en önemli özelliği, birlikte sınırlı ve sınırsız sorumlu ortakları olmasıdır. Bazı ortaklar sınırlı, bazı ortaklar sınırsız sorumludur.

Limited şirket, biri sınırlı diğeri sorumlu ortak, biri sınırlı ortak, bir komutan olmak üzere en az iki kişi tarafından kurulabilir. Sınırlı ortaklar yalnızca gerçek kişiler olabilir ve şirketi yönetebilir. Komandit ortakları gerçek veya tüzel kişi olabilir.

Limited ortağın sorumluluğu kolektif bir şirket ortağı gibidir. Şirketin varlıklarından alacaklarını karşılayamayan alacaklılar sınırlı ortaklara başvurabilirler. Sınırlı ortakların sorumluluğu, koyduğu veya üstlendiği sermaye miktarı ile sınırlıdır. Limited ortaklar şirketi yönetemez.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Saygılarımla,

Av. Melik TELLİ

*Söz konusu yazı kısa bilgilendirme amacıyla yazılmıştır ve her hakkı saklıdır. Her hukuki konu kendi somut unsurlarıyla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.

 

Anayasa Mahkemesi Kararı İncelemesi

Ayşe Çidem Tekindağ ve Diğerleri Başvurusu

 

Başvuru Numarası          : 2017/15121

Karar Tarihi                      : 11/12/2019

Resmi Gazete Tarihi       : 23 Ocak 2020

Resmi Gazete Sayısı       : 31017

  1. BAŞVURUNUN KONSU

Başvuru, tapu siciline güvenilerek satın alınan taşınmazın bir bölümünün kadastro çalışması sonucu orman vasfıyla Hazine adına tespit ve tescilinden dolayı uğranılan zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan davanın zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

  1. OLAYIN ÖZETİ

İstanbul’un Beykoz ilçesi Kanlıca mevkii 172 parselin geldisi olan 520 parsel sayılı 198.618 metre kare yüz ölçümlü ve taş ocağı ve kargir ahırı olan arazi niteliğindeki taşınmaz 1/6/1953 tarihli kadastro tutanağı ile başvurucuların murisi İ.E.Ö adına tescil edilmiştir. Daha sonra ikinci kez tapulama yapılmış ve taşınmazın 51.318 metre karelik bölümü 15/6/1958 tarihinde orman vasfı ile Hazine adına tescil edilmiştir.

Başvurucular, murisleri tarafından bedeli ödenerek tapuda satın alınan taşınmazın orman vasıflı olduğu kabul edilerek Hazine adına tescil edilmesi nedeniyle 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007. Maddesi uyarınca 3/10/2011 tarihinde tazminat davası açmıştır.

Beykoz 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, mülkiyet hakkı ve tapu siciline güven ilkesi gereği bu tür davalarda zamanaşımı ve hak düşürücü sürenin uygulanamayacağı gerekçesiyle 16/5/2013 tarihinde davayı kabul etmiştir. Davacı tarafların mülkiyet hakkından mahrum bırakıldıklarına ve bu hakla kamu yararı arasında makul ve adaletli bir oran kurmak gerektiğine işaret etmiştir.

Temyiz edilen karar Yargıtay 5. Hukuk Dairesince 3/12/2013 tarihinde bozulmuştur. Yargıtay gerekçesinde; 4721 sayılı Kanun’un 1007. Maddesine dayanılarak açılan davalar için 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 146. Maddesindeki on yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanacağı, taşınmaz 15/6/1958 tarihinde orman vasfı ile Hazine adına tescil edildiğinden on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu ifade edilmiştir.

Mahkeme, bozma kararına uymuş ve 14/10/2014 tarihinde davayı zamanaşımından reddetmiştir.

Kararın temyizi üzerine Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 8/12/2016 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır.

Başvurucular 19/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

III. DEĞERLENDİRME

  1. ÇÖZÜMÜ GEREKEN HUKUKİ PROBLEMLER

Anayasa Mahkemesine konu uyuşmazlık hakkında Türk Borçlar Kanunu’nun 146. Maddesi gereğince on yıllık genel zamanaşımının uygulanıp uygulanamayacağı çözümü gereken hukuki problemdir.

Yargıtay, 4721 sayılı Kanun’un 1007. Maddesi uyarınca açılacak tazminat davalarının 6098 sayılı Kanun’un 146. Maddesi (818 sayılı mülga Kanun2un 125. Maddesi) gereğince on yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğunu kabul etmektedir.[1] Buna göre kadastro tespiti nedeniyle mülkiyet kaybının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl içinde tazminat davasının açılması gerekmektedir.

Somut olayda, başvurucuların murisine ait taşınmazın bir kısmı 1958 yılında orman vasfıyla Hazine adına tescil edilmiştir. Davacı taraflar tazminat davasını 2011 yılında açmış olup Yargıtay 5. Hukuk Dairesi on yıllık genel zamanaşımını süresinin geçtiğine ve bu nedenle davanın reddi gerektiğine hükmetmiştir. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin kararına göre en son 1968 yılında dava açılmış olması gerekmektedir. Ancak o tarihteki içtihat itibariyle 4721 sayılı Kanun’un 1007. Maddesinde düzenlenen sorumluluk davası, başvurucuların tazminat iddiasının incelemeye ve gerekirse başvurucular lehine tazminata hükmedilmesine elverişli bir yol değildir. Bu dava, Yargıtay HGK’nın 18/11/2009 tarihli içtihadından sonra başvurucuların tazminat talebinin incelenmesi bakımından etkili ve elverişli hale gelmiştir.

Şöyle ki; Yargıtay’ın 18/11/2009 tarihinden önceki içtihadı, devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunun tapu kütüğünün oluşumu sırasında yapılan hataları kapsamadığı şeklindedir. Fakat Yargıtay’ın 18/11/2009 tarihli kararından sonra içtihat değişmiş olup bu içtihatta, 4721 sayılı Kanun’un 1007. Maddesinde öngörülen sorumluluğun kadastro görevlilerinin dayanaksız ya da gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da kapsadığı belirtilmiştir. Yargıtay Hukuk Daireleri de bu tarihten sonra Yargıtay HGK’nın bu içtihadı doğrultusunda karar vermiştir.

Yapılan bu açıklamalar doğrultusunda, 4721 sayılı Kanun’un 1007. Maddesi kapsamında 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş bulunan tazminat talepleri hakkında bu tarihten itibaren makul bir süre içerisinde dava açılabileceğinin kabulü gerekmektedir. 18/11/2009 tarihi itibariyle etkili hale gelen hukuk yolunun bu tarihten önce tüketilemeyeceği aşikârdır. Bu nedenle, davanın bu tarihten önce tüketilmesi gerektiği gerekçesiyle zamanaşımından reddedilmesi suretiyle başvuruculara yüklenen külfet, kamu yararı ile bireyin mahkemeye erişim hakkı arasında kurulması gereken adil dengeyi başvurucular aleyhine bozmuş ve mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi orantısız kılmaktadır.

B.ANAYSA MAHKEMESİ KARARI

Anayasa Mahkemesi tarafından, tapu siciline güvenilerek satın alınan taşınmazın bir bölümünün orman vasfıyla Hazine adına tespit ve tescilinden dolayı uğranılan zararın tazmin edilmesi talebiyle açılan davanın zamanaşımından reddedilmesi sebebiyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

Anayasa Mahkemesi kararın gerekçesinde; Yargıtay’ın 18/11/2009 tarihli kararından önceki içtihadı devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunun tapu kütüğünün oluşumu sırasında yapılan hataları kapsamazken yapılan içtihat değişikliği ile 4721 sayılı Kanun’un 1007. Maddesinde öngörülen tazminat yolunun kadastro tespiti aşamalarındaki işlemlerden doğan zararların telafisi yönünden de etkili hale geldiğini bu nedenle on yıllık zamanaşımı süresinin bu içtihat değişikliği ile oluşan hukuki yol için 18/11/2009 tarihinde yeniden işlemeye başlayacağı söylenemese de, bu tarihten önce zamanaşımı süresi dolan başvurucuların dava açmalarını mümkün kılacak makul bir süre öngörülmesi gerektiğini belirterek, somut olayda başvurucuların mezkûr içtihat değişikliğinden 1 yıl 10 ay 15 gün sonra açtıkları davanın makul kabul edilebilecek bir sürede açıldığı sonucuna varmıştır. Davanın zamanaşımından reddedilmesinin kamu yarar ile bireyin mahkemeye erişim hakkı arasında kurulması gereken adil dengeyi başvurucular aleyhine bozarak anılan hakka yapılan müdahaleyi orantısız kıldığı gerekçesiyle ihlal kararı verilmiştir.

  1. SONUÇ

4721 sayılı Kanun’un 1007. Maddesi “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder. Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür.” Hükmündedir. 

Yargıtay’ın 18/11/2009 tarihinden önceki içtihadı, devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunun tapu kütüğünün oluşumu sırasında yapılan hataları kapsamadığı şeklindedir. Sonuç itibariyle 18/11/2009 tarihinden önce başvurucuların kadastro tespiti aşamalarındaki işlemden doğan zararlarının telafisi için başvurabilecekleri bir yol bulunmamaktaydı. Zaten başvurulamayacak hukuki yolun, zamanaşımından reddedilmesi hukukla bağdaşmamakla birlikte Anayasa Madde 36’da güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkını da ihlal etmektedir.

Sonuç olarak, yukarıda anlatılan gerekçelere binaen Anayasa Mahkemesi’nin kararı hukuka uygun ve yerindedir.

Yargıtay HGK’nın 13/6/2018 tarihli ve E.2017/5-2025, K.2018/1189 sayılı karar

Stj. Av. Beyza Nur Hacıbektaşoğlu

7343 SAYILI KANUN ILE GETIRILEN DEGISIKLIKLER KAPSAMINDA TEHIR-I
ICRA PROSEDÜRÜNÜN INCELENMESI

A. GENEL OLARAK
30.11.2021 tarihinde yürürlüge giren 7343 sayılı Icra Iflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Degisiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 2004 sayılı Icra Iflas Kanununda degisiklikler
yapılmıstır, yazımızda isbu kanunla tehir-i icra prosedüründe yapılan degisiklikler
degerlendirilecektir.
B. TEHIR-I ICRA/ ICRANIN GERI BIRAKILMASI PROSEDÜRÜ
Ilamlı takipler, ilam veya ilam niteliginde bir belgeye dayalı olarak gerçeklestirilmektedir ve
kural olarak kanun yoluna basvurulması ilamlı takibi durdurmamaktadır. Ancak kanun
koyucu menfaat dengesini gözeterek kanun yoluna basvuran tarafın belirli sartları yerine
getirmesi sartıyla icranın kanun yolu sonuçlanana kadar geri bırakılmasını saglayabilecegini
düzenlemistir. Tehir-i icra IIK madde 36'da "Icranın Geri Bırakılması Için Verilecek Süre"
baslıgı ile düzenleme altına alınmıs olup, ilgili madde: " Ilâma karsı istinaf veya temyiz
yoluna basvuran borçlu, hükmolunan para veya esyanın resmî bir mercie depo edildigini
ispat eder yahut hükmolunan para veya esya kıymetinde icra mahkemesi tarafından kabul
edilecek tasınır rehni veya esham veya tahvilât veya tasınmaz rehni veya muteber banka
kefaleti gösterirse veya borçlunun hükmolunan para ve esyayı karsılayacak malı mahcuz ise
icranın geri bırakılması için takibin yapıldıgı yer icra mahkemesinden karar alınmak üzere
icra müdürü tarafından kendisine uygun bir süre verilir. Bu süre ancak zorunluluk hâlinde
uzatılabilir.
Borçlu, Devlet veya adlî yardımdan yararlanan bir kimse ise teminat gösterme zorunlulugu
yoktur. (Degisik üçüncü fıkra:24/11/2021-7343/5 md.) Ücreti ilgililer tarafından verilirse
icra mahkemesince icranın geri bırakılması hakkındaki karar, hükmü veren mahkemeye ve
icra dairesine en uygun vasıtalarla bildirilir.
Nafaka hükümlerinde böyle bir süre verilemez.
Bölge adliye mahkemesince basvurunun haklı görülmesi hâlinde teminatın geri verilip
verilmeyecegine karar verilir. Yargıtayca hükmün bozulması hâlinde borçlunun basvurusu
üzerine, bozmanın mahiyetine göre teminatın geri verilip verilmeyecegine bozma sonrası
esası inceleyecek mahkemece kesin olarak karar verilir.
Bölge adliye mahkemesince basvurunun kesin olarak esastan reddine karar verilmesi veya
Yargıtayca hükmün onanması hâlinde alacaklının istemi üzerine baskaca isleme gerek
kalmaksızın teminata konu olan para alacaklıya ödenir. Mal ve haklar ise, malın türüne göre
icra dairesince paraya çevrilir. (Ek cümle:24/11/2021-7343/5 md.) Bölge adliye
mahkemesinin basvurunun esastan reddine iliskin kararına karsıtemyiz yolunun açık olması
hâlinde, temyiz yoluna basvurma süresinin dolmasına kadar icranın geri bırakılması
kararının etkisi devam eder. Ilâm alacaklısının teminat üzerinde rüçhan hakkı vardır."
düzenlemesine haizdir.
Mezkur düzenleme dikkate alındıgında;
7343 sayılı kanun ile tehir-i icra kararının icra mahkemesinden talep edilecegi
düzenlenmistir, bu durumda kanun yoluna basvuracak olan taraf icra dairesine basvurarak
icra mahkemesinden tehir-i icra kararı almak için kendisine süre verilmesini talep edecektir.
Ayrıca eski düzenlemeden farklı olarak Bölge Adliye Mahkemesi tarafından talebin kesin
olarak reddedilmis olması ve alacaklının talepte bulunmus olması durumunda icra dairesine
yatırılan teminat alacaklıya verilmektedir ve fakat bölge adliye mahkemesi tarafından
verilmis olan karara karsı temyiz kanun yolu açık ise temyiz süresinin sonuna kadar tehir-i
icra kararı varlıgını devam ettirecek ve icra bu süre sona erene kadar geri bırakılacaktır.
Yeni düzenleme ile tehir-i icra prosedürüne basvurmak isteyen tarafın izlemesi gereken yol:
Icra mahkemesinden- kanun yoluna basvuruldugu gerekçesiyle- derkenar verilmesi talep
edilir,
Icra mahkemesi tarafından verilen derkenar ile icra dairesine basvurularak icranın geri
bırakılması kararı alınana kadar kendisine süre verilmesi talep edilir,
Teminatın nakit olması durumunda icra müdürlügüne dogrudan yatırılır, banka teminat
mektubu olması durumunda ise ayrıca teminatın kabulü kararı alınır,
Icra Müdürlügü tarafından verilen mehil vesikası ile Icra Mahkemesine tehir-i icra
kararı verilmesi için basvuruda bulunulur.
seklinde özetlenebilir.
Sonuç olarak 7343 sayılı kanun düzenlemesi ile tehir-i icra kararları üst dereceli mahkeme
olan Bölge Adliye Mahkemesi ve/veya Yargıtay'dan degil icra mahkemesinden talep
edilecektir, bu sayede Bölge Adliye Mahkemesi ve Yargıtay'ın is yükü azaltılmıs olmaktadır.
Av. Melik TELLI
Stj. Av. Tugçe ÇIÇEK

7343 SAYILI KANUN KAPSAMINDA DÜZENLEME ALTINA ALINAN RIZAI
SATIS PROSEDÜRÜNÜN DEGERLENDIRILMESI
A. GENEL OLARAK
30.11.2021 tarihinde yürürlüge giren 7343 sayılı Icra Iflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Degisiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 2004 sayılı Icra Iflas Kanununda degisiklikler
yapılmıstır, yazımızda isbu kanunla 2004 sayılı Icra Iflas Kanununda düzenlenmemis olan
rıza-i satıs müessesesi degerlendirilecektir.
B. RIZA-I SATIS MÜESSESESI
Rıza-i satıs müessesesi 2004 sayılı IIK'da yer almamaktaydı, ilgili düzenleme 7343 sayılı
kanun ile düzenleme altına alınmıstır. Bilindigi üzere takip hukukunda borçlunun haczedilen
malları dogrudan alacaklıya verilmemekte bilakis haczedilen mallar cebri icra yoluyla paraya
çevrilerek alacaklı alacagı oranında olmak sartıyla tatmin edilmektedir, aksinin kabulü takip
hukuku sistemiyle borçlunun mallarına haciz koyduran alacaklının haczedilen mallar
üzerinde ayni hakka sahip oldugu anlamına gelecektir. Rıza-i satıs müessesiyle cebri satısın
bazı dezavantajlı noktaları ortadan kaldırılarak taraflara alternatif bir satıs yolu sunulmaya
çalısılmıstır.
Rıza-i satıs IIK madde 111/a'da "Borçluya Satıs Yetkisi Verilmesi" baslıgıyla düzenleme
altına alınmıstır, ilgili madde : "Borçlu, kıymet takdirinin tebliginden itibaren yedi gün içinde
haczedilen malının rızaen satısı için kendisine yetki verilmesini talep edebilir. Kıymet takdiri
yapılmadıgı durumlarda borçlu da kıymet takdiri yapılmasını isteyebilir. Icra müdürü, kıymet
takdirinin kesinlesmesinden sonra cebrî satıs islemlerini durdurarak borçluya on bes günlük
süre verir. Borçluya verilen sürenin baslangıcından üçüncü fıkra uyarınca verilen icra
mahkemesinin kararına kadar geçen sürede alacaklı bakımından satıs isteme süresi islemez.
Rızai satısta bedel, malın muhammen kıymetinin yüzde doksanına karsılık gelen miktarı ile o
malla güvence altına alınan ve satıs isteyenin alacagına rüçhanı olan alacakların
toplamından hangisi fazla ise bu miktarı ve ayrıca bu miktara ilave olarak bu asamaya kadar
bu mahcuz için yapılan takip masrafları toplamından az olamaz.
Borçluyla anlasan alıcının belirlenen bedeli birinci fıkra uyarınca borçluya verilen on bes
günlük süre içinde dosyaya ödemesi hâlinde icra müdürü, gerekli bilgi ve belgeleri temin
ettikten sonra yukarıda belirtilen sartların bulundugunu tespit ederse satısın onayı ile malın
devir ve teslim islemlerinin yapılmasına karar verilmesi için dosyayı derhâl icra
mahkemesine gönderir. Mahkeme, en geç on gün içinde yapacagı inceleme sonucunda dosya
üzerinden talebin kabulüne veya reddine kesin olarak karar verir. Kabul kararıyla malın
mülkiyeti alıcıya geçer ve tüm hacizler kaldırılarak devir ve teslim islemleri gerçeklestirilir.
Ret kararı verilmesi hâlinde yatırdıgı bedel alıcıya iade edilir.
Bu madde uyarınca yapılacak satıslar hakkında niteligine uygun düstügü ölçüde bu Kanunun
diger hükümleri uygulanır.
Bu maddenin uygulanmasına iliskin usul ve esaslar, Adalet Bakanlıgınca yürürlüge konulan
yönetmelikle belirlenir." düzenlemesine haizdir.
Mezkur düzenleme dikkate alındıgında;
Borçlunun haczedilen malın satısını talep etmek yetkisine haiz oldugu anlasılmaktadır, ancak
borçlunun bu yetkisini kullanabilmesi için haczedilen malın degerinin kıymet takdiri ile tespit
edilmis olması gerekmektedir, kıymet takdirinin yapılmadıgı durumlarda kanun ile
saglanmaya çalısılan hız ve kolaylıgın sekteye ugramaması adına borçlunun kıymet takdirinin
yapılmasını talep edebilecegi de düzenlenmistir. Borçlunun kıymet takdirinin kendisine
tebliginden itibaren 7 gün içerisinde icra dairesine basvurarak kendisine rıza-i satıs yetkisinin
verilmesini talep etmesi gerekmektedir, talebi alan icra müdürü kıymet takdirinin
kesinlesmesi üzerine cebr-i satıs islemlerini 15 günlügüne durdurarak borçluya bu süre
zarfında malı satması için mehil vermektedir. Tanınan 15 günlük süre içerisinde borçlunun
kanunda satıs bedeli için düzenlenmis olan alt sınırı dikkate alarak alacaklı ile anlasma
saglaması gerekmektedir. Rıza-i satısta malın bedeli, malın muhammen kıymetinin yüzde
sekseni ile o malla güvence altına alınan ve satıs isteyenin alacagına rüçhanı olan alacakların
toplamından hangisi fazla ise bu miktarı ve ayrıca bu miktara ilave olarak bu asamaya kadar
bu mahcuz için yapılan takip masrafları toplamından az olamayacaktır. Eger borçlu ve
alacaklı açıklanmıs olan alt sınıra riayet ederek diger bir ifadeyle kanuna uygun bir bedel
üzerinden anlasırlarsa ve alacaklı verilen 15 günlük süre içerisinde bedeli icra dosyasına
yatırırsa icra müdürü dosyayı derhal icra mahkemesine gönderecektir. Icra mahkemesinin en
fazla 10 gün içerisinde verecegi karar ile mal üzerindeki haciz kalkarak mal 3. Kisiye
devredilebilecegi gibi talep reddedilerek malın cebr-i icra ile satısına kararda
verebilebilecektir. Icra mahkemesinin bu konuda vermis oldugu karar kesin olup ret kararı
vermesi ihtimalinde icra dosyasına yatırılan bedel alacaklıya iade edilecektir.
Sonuç olarak, rıza-i satıs müessesesi ile borçluya kendisine tanınan süre içerisinde malını
hızlı ve degerine yakın bir bedelle satma yetkisi verilmis olup bu durum hem takip borçlusu
hem de takip alacaklısının hukuki menfaatini korumaktadır. Zira bu sayede alacaklı alacagına
hızlı bir sekilde kavusmakta ve borçluda malını degerine çok yakın bir bedel ile satmaktadır.
Av. Melik TELLI
Stj. Av. Tugçe ÇIÇEK

KAMUYA AÇIK ALANLARDA MÜZIK YAYINI YAPILMASININ "FSEK"
KAPSAMINDA DEGERLENDIRILMESI
Genel Olarak Müzik Eseri
Fikir ve sanat eserleri 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (“FSEK”) ile
korunmaktadır. Her nevi sözlü ve sözsüz musiki eserleri FSEK kapsamında fikir ve sanat
eseri olarak kabul edildiginden eser sahibine/ hak sahibine bir takım haklar tanımaktadır. Bu
hakların tanınması için müzik eserinin telif edilmis- tescil edilmis olması gerekmemektedir
zira müzik eseri olustugu anda dogal bir korumadan yararlanmaktadır. Telif hakkının
alınması- tescil isleminin gerçeklestirilmesiyle sadece hakkın ispat edilmesi ve korunması
kolaylasmaktadır. Telif ve tescil islemleri Telif Hakları Genel Müdürlügü tarafından
gerçeklestirilmektedir. Kural olarak kamuya açık alanlarda- ticari bir faaliyet yürütülüp
yürütülmedigi önem arz etmeksizin- müzik eserlerinin kullanımı için eser sahibinden müzik
lisans izni alınması gerekmektedir, aksi halde telif hakkı ihlali gündeme gelecektir. Müzik
lisansı, telif hakları sahibinin hakların belirli bir bölümünü üçüncü sahısların kullanımına izin
verdigini belirten bir anlasmadır. Telif hakkının saglamıs oldugu koruma süresinin
dolmasıyla birlikte eser sahibine tanınan mali haklar sona ermektedir. Bu sebeple koruma
süresi dolmus eserler, eser sahibinden izin alınmaksızın serbestçe kullanılabilir. Telif
hakkının saglamıs oldugu koruma süresi, eser sahibi yasadıgı sürece ve ölümünden itibaren
70 yıldır. Eser sahibinin tüzel kisi olması durumunda koruma süresi aleniyet tarihinden
itibaren hesaplanmaktadır. Eserin, sahibinin ölümünden sonra alenilesmesi durumunda ise
koruma süresi ölüm tarihinden sonra 70 yıldır.
Müzik Lisans Izni Alınması Için Takip Edilebilecek Yol ve Telif Hakkı Ihlalinin
Yaptırımı
Müzik lisans izni kural olarak eser sahibinden alınmaktadır ancak eser sahibi eser üzerindeki
hakkını takip etme yetkisini meslek birlikleri veya edisyon sirketlerine devredebilmektedir.
Bu durumda takip meslek birlikleri ve edisyon sirketleri tarafından gerçeklestirilmekte ve
müzik eserlerinin kamuya açık alanlarda çalınabilmesi için gerekli lisans da meslek
birliklerinden temin edilmektedir. Eser sahipleri tüm sarkılarının takibi için tek bir meslek
birligi ile anlasabilecegi gibi farklı meslek birlikleri ile sarkı- albüm bazında anlasmada
saglayabilmektedir. Hangi sarkı hangi meslek birligine ait sorgulamasını yapmak için tek tek
meslek birlikleri ile iletisime geçilmesi gerekmektedir. Sözlesmelere uygulanacak tarife
meslek birlikleri tarafından kamuya açık alanın niteligi( cafe, restorant, otel), alanın yüz
ölçümü ve müzigin çalınacagı süre gibi kriterler dikkate alınarak belirlenmektedir. Eser
sahibinin vefat etmis olması durumundaysa kural olarak varisleri ile iletisime geçerek
anlasma saglanması gerekmektedir. Ancak varisler tarafından da meslek grubuyla anlasılması
hukuken mümkündür.
Kamuya açık alanlarda radyo ya da televizyon kanalları üzerinden müzik yayını yapılması
hususunda Yargıtay içtihat degisikligine gitmistir. 2015-2016 yılı öncesinde verilmis olan
kararlarda, Yargıtay kamusal alanlarda radyo veya televizyon aracılıgıyla yapılan müzik
yayınlarında eser sahibinden ya da telif hakkının devredilmis olması durumunda meslek
birliginden izin alınması gerekmedigini ancak radyo ya da televizyon kanalının mali bir hak
talebinde bulunabilecegini kabul etmekteydi ve fakat uygulamada radyo ve televizyon
kanalları mali bir hak talebinde bulunmadıgından isletmeler telif hakkı bedeli ödemeksizin
müzik yayını yapabiliyordu. Yargıtay güncel kararlarında meslek birliginin, eser sahibinin
devretmis oldugu haklarının takibinde de maddi menfaate sahip oldugunu, bu sebeple radyo
veya televizyondan yapılan yayınlar içinde meslek birliginden izin alınması gerektigini
belirtmistir. Açıklanan nedenlerle asagıda atıf yapılmıs olan Yargıtay kararlarının isletmeler
açısından pratikte büyük önemi bulunmaktadır zira Yargıtayın içtihat degisikligiyle birlikte
radyo ve televizyon üzerinden müzik yayını yapılması durumunda da meslek birliklerinden
izin alınması gerekmektedir, aksi halde isletmeler telif hakkı ihlali nedeniyle hukuki ve cezai
yaptırımlara maruz kalabilecektirler.
Yargıtay 19. CD., E. 2015/5617, K. 2015/5455, T. 13.10.2015 (Eski Içtihat)
"...fonograma kayıtlı müzik eserini yayın yoluyla kullanan radyo veya TV kurulusunun bu
yayınlarının lokanta, market, bar, otel lobisi gibi umuma açık bir isletmede bir radyodan ya
da TV den yayınlanması halinde, fonogram yapımcısı, icracı sanatçı ve eser sahibinin bu
yayını engelleme yönünde inhisari hakları bulunmamaktadır. Yine meslek birlikleri de, eser
sahiplerinin, icracı sanatçıların ya da fonogram yapımcılarının verdigi yetki belgelerine
dayanarak eserin radyo ve televizyonda yayını suretiyle umuma açık mahallerde
gösteriminde hakkın ihlal edildigi gerekçesiyle takip yetkisine de sahip olamayacaklardır."
Yargıtay 19. CD., E. 2017/3192, K. 2017/4584, T. 15.05.2017 (Yeni Içtihat)
"...eser, icra veya yapımları içeren bir yayının otel, kafe, restoran, eglence yerleri gibi müzik
yayınının ticari isletmenin faaliyetinin esaslı ve vazgeçilmez bir unsuru oldugu umuma açık
mahallerde izlenmesi veya dinlenmesinin saglanması suretiyle yeni bir dinleyici veya izleyici
kitlesine (yeni bir umuma) sunulması yani vasıtalı temsili FSEK’in 24, 80/I, 1, A, 2, 80/I, 1,
B., 80/I, 2, 41 ve 52. maddelerinin getirdigi ilkeler çerçevesinde hak sahiplerinden önceden
yazılı izin alınmasına baglıdır. Nitekim Yargıtay 11. Hukuk Dairesi de kararlarında belirtilen
sekilde önceden hak sahiplerinden izin alınması gerektigine içtihat etmistir (Bkz. 11. HD.
21.06.2004, 2003/12916, 2004/6868 K. Aynı yönde bkz. 04.12.2006 tarih ve 2005/12086 E. ,
2006/ 12635). Bu itibarla bir eseri, icrayı veya fonogramı hak sahibi kisilerin yazılı iznini
almaksızın –Radyo-TV yayını vasıtasıyla da olsa cafe, bar, restoran gibi müzik yayınının
esaslı bir unsuru olan ticari isletmelerde vasıtalı olarak temsile konu ederek ek bir yarar elde
etme fiili FSEK’in 71/I,1. maddesinde düzenlenen suçu olusturacagı kuskusuzdur."
Radyo, televizyon, internet veya cd gibi çesitli vasıtalarla müzik yayını yapmanın suç
kapsamına girmesi için, meslek birlikleri ile ilgili isletme arasında müzik yayını yapılması
kapsamında lisans sözlesmesi imzalanmamıs olması gerekmektedir. Müzik meslek
birliklerinin lisanssız kullanımı tespit ettikleri durumlarda, isletme hakkında sikayette
bulunulmakta ve açılan dava ile yetkili kisiler hukuki ve cezai yaptırımlara maruz
kalmaktadırlar. Mali haklara tecavüz halinde ödenmesi gereken telif tazminatını düzenleyen
FSEK 68. maddesi: "Eseri, icrayı, fonogramı veya yapımları hak sahiplerinden bu Kanuna
uygun yazılı izni almadan, isleyen, çogaltan, çogaltılmıs nüshaları yayan, temsil eden veya
her türlü isaret, ses veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletenlerden, izni
alınmamıs hak sahipleri sözlesme yapılmıs olması halinde isteyebilecegi bedelin veya bu
Kanun hükümleri uyarınca tespit edilecek rayiç bedelin en çok üç kat fazlasını isteyebilir."
hükmünü amirdir. Cezai açıdan ise 71. Maddenin 1. Fıkrası:" Bu Kanunda koruma altına
alınan fikir ve sanat eserleriyle ilgili manevi, mali veya baglantılı hakları ihlal ederek: 1. Bir
eseri, icrayı, fonogramı veya yapımı hak sahibi kisilerin yazılı izni olmaksızın isleyen, temsil
eden, çogaltan, degistiren, dagıtan, her türlü isaret, ses veya görüntü nakline yarayan araçlarla
umuma ileten, yayımlayan ya da hukuka aykırı olarak islenen veya çogaltılan eserleri satısa
arz eden, satan, kiralamak veya ödünç vermek suretiyle ya da sair sekilde yayan, ticarî
amaçla satın alan, ithal veya ihraç eden, kisisel kullanım amacı dısında elinde bulunduran ya
da depolayan kisi hakkında bir yıldan bes yıla kadar hapis veya adlî para cezasına
hükmolunur..." hükmüne haizdir. Mezkur düzenlemeler dikkate alındıgında isletme
sahiplerinin lisansız müzik yayını yapması durumunda ciddi hukuki ve cezai yaptırımlarla
karsılasacagı anlasılmaktadır.
Sonuç olarak isletmelerin izleyebilecegi 3 temel yol bulunmaktadır. Bunlar;
Isletme sahibi isletmesinde çalmak istedigi müziklerin listesini yaptıktan sonra meslek
birligiyle müzik lisans izin anlasması imzalayabilir. Bunun için hangi sarkınınsanatçının
hangi meslek birligi tarafından takip ve temsil edildiginin tespit edilmesi
gerekmektedir. Bu durumda birden fazla meslek birligiyle anlasma imzalanması
gerekebilecektir.
1. Diger bir alternatif ise Spotify'ın isletmeler için olan versiyonu Spotify Business olarak
kabul edilen Soundtrack Your Brand'ı kullanmaktır. Bunun için SMG üzerinden "music
for business" üyeligi gerçeklestirilebilmektedir. SMG tarafından isletmenin alanı,
konsepti, lokasyonu vb. Kriterler baz alınarak isletmeler için müzik listesi
hazırlanmaktadır.
2. Diger bir alternatif ise eser sahibine saglanan koruma süresinin sona erdigi nostaljik
sarkıların çalınmasıdır. Bu durumda FSEK kapsamında eser ve/ veya hak sahibine
tanınmakta olan koruma sona ermis olacagından kamuya açık alanda müziklerin
kullanılması herhangi bir telif hakkı yaratmayacaktır.

Av. Melik TELLI
Stj. Av. Tugçe ÇIÇEK

TOP